YÖRÜK TÜRKMEN KİMDİR?


Tarihin en eski ve en uygar milletlerinden biri bulunan Yüce Türk Milletini oluşturan, çeşitli isimlerle anılan Türk topluluklarının oymakları, Aşiretleri, Cemaatleri o kadar çoktur ki, bunların tespit edilerek güncelleştirilmesi Milli tarihimiz ve Milli Kültürümüz açısından büyük önem taşımaktadır. “Avrupa kıtası kadar geniş olan ve çeşitli iklimlerin hüküm sürdüğü Türklerin anayurdu olan Orta Asya yaylalarında bozkırlar, çöller, vahalar, birbirinden farklı alemler meydana getirir. Bu engin ve geniş topraklarda, çeşitli Türk topluluklarına rastlanır. Bunlar arasında uygarlık, geçim, hayat ve lehçe bakımından farklar görülür. Uygarlık, yaşayış ve geçim itibariyle de aşiret, göçebe ve yarı göçebe halinde yaşayan Türklerle, kentlerde oturan mimarlık ve heykeltıraşlıkta ileri giden bilgin ve san’ atçı Türkler arasında pek derin ayrılıklar vardır”. Biz Yörük Türkmenler; Türk toplulukları içerisinde İran, Hindistan gibi büyük ülkeleri aşıp Anadolu’yu fethederek Türk imparatorluk tarihini meydana getiren Oğuz Türklerinin evlatlarıyız. Atalarımız olan ve Anadolu’nun Türklüğünü ölmezleştiren, bazen Türkmen, bazen Yörük-Türkmen, bazen Yörük, bazen de Oğuz Türkleri denilen Türkler; Orta Asya yaylalarından Batıya doğru sel gibi akıp gelip, Anadolu’ da yerleşerek üç kıtaya hükmeden güçlü büyük bir devlet kurmuşlardır.Türkmen; büyük Türk, Ulutürk anlamına geldiği için, oğuzların öteki Türk bölümleri arasında büyük ve önemli bir yeri olduğu anlaşılıyor. Anadolu’nun fethi savaşlarına diğer Türk bölümlerinden bazıları da katılmışlarsa da asıl orduyu teşkil eden Oğuz Türkleri (yani Yörük Türkmenler)dir.”“
Tarihin en eski ve en uygar milletlerinden biri bulunan Yüce Türk Milletini oluşturan, çeşitli isimlerle anılan Türk topluluklarının oymakları, Aşiretleri, Cemaatleri o kadar çoktur ki, bunların tespit edilerek güncelleştirilmesi Milli tarihimiz ve Milli Kültürümüz açısından büyük önem taşımaktadır. “Avrupa kıtası kadar geniş olan ve çeşitli iklimlerin hüküm sürdüğü Türklerin anayurdu olan Orta Asya yaylalarında bozkırlar, çöller, vahalar, birbirinden farklı alemler meydana getirir. Bu engin ve geniş topraklarda, çeşitli Türk topluluklarına rastlanır. Bunlar arasında uygarlık, geçim, hayat ve lehçe bakımından farklar görülür. Uygarlık, yaşayış ve geçim itibariyle de aşiret, göçebe ve yarı göçebe halinde yaşayan Türklerle, kentlerde oturan mimarlık ve heykeltıraşlıkta ileri giden bilgin ve san’ atçı Türkler arasında pek derin ayrılıklar vardır”. Biz Yörük Türkmenler; Türk toplulukları içerisinde İran, Hindistan gibi büyük ülkeleri aşıp Anadolu’yu fethederek Türk imparatorluk tarihini meydana getiren Oğuz Türklerinin evlatlarıyız. Atalarımız olan ve Anadolu’nun Türklüğünü ölmezleştiren, bazen Türkmen, bazen Yörük-Türkmen, bazen Yörük, bazen de Oğuz Türkleri denilen Türkler; Orta Asya yaylalarından Batıya doğru sel gibi akıp gelip, Anadolu’ da yerleşerek üç kıtaya hükmeden güçlü büyük bir devlet kurmuşlardır.Türkmen; büyük Türk, Ulutürk anlamına geldiği için, oğuzların öteki Türk bölümleri arasında büyük ve önemli bir yeri olduğu anlaşılıyor. Anadolu’nun fethi savaşlarına diğer Türk bölümlerinden bazıları da katılmışlarsa da asıl orduyu teşkil eden Oğuz Türkleri (yani Yörük Türkmenler)dir.”“Adları, Kürd, Kürdler, Karakürd, Karacakürd, Kürmanç olan oymak, aşiret ve cemaat’ ler bile TÜRKMEN’ dir. Yani Oğuz Türklerindendir. Acı olan, bunların bir kısmının benliklerini, daha doğrusu Türklüklerini unutarak veya unutturularak, kendilerini Türk’ den ayrı bir soy imiş gibi göstermeleridir.”Yüce Türk soyundan gelip de halis Türk soyundan olduklarını unutanlara yada unutturulanlara gerçeği anlatmak ve belgelerle ispat etmek üzere Yörük Türkmen Vakfı ve Yörük Türkmen Derneklerini kurmuş bulunmaktayız. Bu vesile ile Yüce soyumuzun milli tarih ve milli kültürüne hizmet etmek üzere kutsal bir vazife üstlenmiş bulunmaktayız. Atalarımızın kanları pahasına Türkleştirip bizlere vatan kıldığı Anadolu’ nun, Türkün vatanı olduğunu bütün dünyaya adeta haykırarak ispat eden Mustafa Kemal Atatürk’ün bizlere kutsal emaneti olan Anadolu taşıyla toprağıyla her şeyi ile Türk’ tür. Türk kalacaktır. “Anadolu’ nun fethedilerek Türkleşmesi, sonuçları itibariyle şüphesiz ki, dünya tarihinin en mühim hadiselerinden biridir. Bu süreç 1018 yılında Çağrı Beyin kumandasındaki Türkmen birlikleriyle başlamış ve 1071 Malarzgirt meydan muhaberesinin zaferle neticelenmesinden sonra, Türklerin önündeki engeller kalkınca 8-10 yıl içinde Trabzon yöresi, güney ve güney doğuda bazı yerler hariç, boğazlara, Ege Denizine kadar hemen bütün Anadolu fethedilmiş, bu sırada Türkistan; Horasan ve Azerbaycan’ dan gelen Oğuz-Türkmen boylarına mensup kalabalık göçebe kitleleri tarafından doldurulmuş ve bu ülke Türkün vatanı haline getirilmiştir.” “Bu durum üzerine Hırıstiyan Avrupalılarca başlatılan Haçlı seferleri ve bunlardan güç alan Bizans saldırıları karşısında sahillere kadar yerleşen Türkmenler Orta Anadolu’ya çekilmek mecburiyetinde kalmışlar ancak yeni vatanlarını, dinlerini, yani her şeylerini savunmak için ölüm kalım mücadelesine girişerek milyonlarca şehit vermelerine rağmen bizlere bu toprakları ve değerlerini bırakmışlardı.”Batıdan gelen bu akınlara karşı mücadelelerin yapıldığı yıllarda Oğuzlar ile birlikte çeşitli Türk zümrelerine mensup topluluklar Anadolu’ya gelmişler ise de, bunlar ilk dönem göçleri gibi kesif olmadığından kaybedilen nüfusu telafi edecek seviyede olmamıştı. Bunların çoğu Yörük, konar göçer olduğundan, Anadolu’nun ve Rumeli’ nin her yönüne dağılmışlar ve bazıları göçüp kondukları yerlere adlarını vermişlerdir. Ancak XIII. Yy’ ın ilk yarısında kopan Moğol fırtınası , Türkleri önüne katarak ikinci büyük göç dalgası halinde Anadolu’yu doldurmuş, böylece gerekli insan gücü kazanılmış ve nihayet uzun mücadelelerle XIV. Yy da Anadolu’nun Türkleşmesi tamamlanmıştı. Fetihleriyle bu yurdu açan, kültürleri, gelenekleri, medeniyet eserleri ile mühürlerini vurup, bu toprakları vatan haline getirenlerin büyük çoğunluğu Yörük Türkmenler idi. Anadolu’ya gelen hemen bütün Oğuz-Türkmen boyları burada küçük gruplar halinde birbirinden uzak yerlerde iskan olundular. Bu şekilde dağıtılmalarında sosyal ve ekonomik sebepler bulunmakla beraber esas etken, Selçuklu yönetiminin, boyların irsi beyleri idaresi altında, büyük bir dayanışma ruhu içinde yaşayan güçlü boyların isyan ihtimalini ortadan kaldırmak düşüncesi idi. Nitekim aynı uygulama Osmanlı Devleti zamanında da devam etmiştir.“Vatan topraklarının dört bir yanına dağılan binlerce oymak ve cemaatin mensubu olan halkımızın büyük bir kısmı tarihi hafızasını kaybederek, çoğunlukla boy, aşiret, oymak veya cemaatlerinin ismi olan kasabalarının , köylerinin mahallelerinin adlarını izah ederken dahi tuhaf yorumlar getirmesi, hatta bu hataya akademik kariyeri olanların, aydınların bile düşmesine şaşmamak elden gelmiyor.Ayrıca zaman zaman yapılmakta olan yer isimleri değişiklikleri sırasında bu tarihi isimlerin de kurban edilmesi, tarih şuuru, kimlik kaybının tuzu biberi oluyor”.(A.Nezih Galitekin)Kimliğimizin önemli unsurlarından biri olan Türkmen aşiret, oymak, cemaat, obalarının tespiti görevi Yörtürk Vakfı,Yörük Türkmen Dernekleri Genel Merkezi ile bu amaçla kurulmuş diğer sivil toplum örgütlerine düşmektedir.“Oğuz Türklerine “Türkmen” adı verildiği tarihen sabittir.” Kürd” kelimesi de, Türkçe olup, karyığını demek olan, “Çöl” anlamına gelir.”(Cevdet Türkay -1975)XV. yy da Tuna’ dan Ceyhun’a kadar uzanan geniş sahadaki Türkler , tek bir kavim idiklerini biliyor ve Oğuzlar’ ın torunları olmaktan gurur duyuyorlardı. Bu kavmi şuur o kadar canlı ve kuvvetli idi ki, cemiyetin hiçbir tabakası , zümresi ve hanedanlar, onun tesiri dışında kalmamıştı. Bu kavmi şuur, bilhassa Oğuzların hatıralarını ve geleneklerini yaşatmak ve Türkçe’ye değer vermekle kendini belli ediyordu. Bu kavmi şuurun canlanması Türkmenlerin XV.yy da kazandıkları büyük siyasi başarılar ile yakından ilgilidir. XV. yy da Osmanlı, Karaman, Kahire, Tebriz, Herat ve Semerkant saraylarında Türkçe konuşuluyordu. Bu asır her bakımdan Türklüğün asrı idi. Türk halkı XIV. Yy da olduğu gibi XV. Yy da mutlu bir hayat geçirmiştir. “XVI. Yy. da daha önceki yy. da olduğu gibi göçebe anlamında Yörük sözkullanılıyordu bu söz Halep Türkmenleri gibi teşekküllere de veriliyordu. Fakat daha sonraları Yörük adı gerçek anlamını kaybetmiş ve Batı Anadolu ile Güney Batı Anadoludaki oymakların umumi adı olmuştur. Buna göre Yörük adının kavmi hiçbir manası yoktur. Yörüklerde Oğuz boylarından gelmektedir. XVI. Yy da kavim adı olan Türkmen kelimesi ile vasıflandırılan başlıca eller: Halep Türkmenleri, Boz Ulus, Dulkadırlılar ile Boz-Ok daki oymaklardır. Daha sonraları bu ad Halep Türkmenleri, Boz-Ulus ‘a münhasır kaldı. Bu iki elden XVIII yy dan itibaren orta ve Batı Anadolu’ya gelenlere Türkmen denilmiş hatta köylerde kasabalarda yerleştikten sonrada zamanımıza kadar bu adla anılmışlardır. Bu gün orta, ve Batı Anadolu’da bazı yerlerde yan yana Türk, Yörük ve Türkmen köylerini görmek mümkündür. Bunun izahı şudur: Türk denilen köyler, o bölge veya yörenin Selçuklular ve Beylikler devrinde yerleşmiş en eski Türk halkına ait olan yerlerdir.Yörük adıyla vasıflandırılan köyler, oralarda XVII. Yy da önce yaşayan ve son asırlarda yerleşen Yörüklerin kurdukları köylerdir.” (Prf. Dr. Faruk Sümer) Türkmen köyleri ise XVII yy dan itibaren orta ve sonra Batı-Anadolu ile Marmara Bölgesine göç etmiş ve son asırlarda oralarda yerleşmiş Boz-Ulus, Halep Türkmenleri ve Yeni İl’ e mensup oymaklar tarafından meydana getirilmiş olanlardır. Dikkat değer bir keyfiyettir ki, Osmanlı devrinde Boz-Ulus ve Halep Türkmenleri gibi eller bile Yörüklerden daha erken yerleşik hayata geçmişlerdir. Bugün Türkmenlerden hemen hemen hiçbir göçebe teşekkül görülmez. Fakat Toroslar’ da çok az da olsa ve yarı göçebe olarak hala bu hayatı devam ettiren Yörük oymaklarına rastlanır. Toroslar’ da Sarıkeçili Aşiretinden 150 haneli Yörük Türkmenler halen Yörüklüğü devam ettirmek zorundadırlar. Bunların Yörüklüğü bırakmak üzere teşebbüsleri olmasına rağmen ellerinden tutan bir devlet yetkilisi bulunmadığı için yörüklüğe devam etmek zorundadır. “Balkanlar’a gelişin hatırası Rum-eli Türkleri arasında unutulmayarak zamanımıza kadar yaşamıştır. Adı geçen bölge hemen her bakımdan Anadolu’nun bir uzantısı mahiyetini almıştı. Burada da Anadolu da olduğu gibi şehir ve köylerdeki Türklerin yanında, göçebe yaşayışı sürdüren ehemmiyetli sayıda Türkler vardı ki, bunlara da YÖRÜK denilmekte idi. Rum-eli’nde Yörükler, türlü kollara ayrılıyor ve yaşadıkları bölgelerin adları ile anılıyorlardı: Tanrıdağı Yörükleri (Gümülcüne, Karasu;Yenicesu, Drama ve Kaval’da), Nal-Döken Yörükleri (Bugünkü Bulgaristan’ da) Selanik Yörükleri (Makedonya ve Teselya’da) Vize Yörükleri (Vize, Lüle-Burgaz, Çorlu ve Hayra-Bolu) Kocacık Yörükleri (Edirne, Kırklar- Eli, Babaeski,ve buğünkü Bulgaristan’ın bazı yerlerinde).” (Prof.Dr.Faruk Sümer) Rum-eli’ ndeki Yörükler, Osmanlı askeri sistemi icabı, devletin kuvvetli bulunduğu xvı. ve xvıı. Yy da daha ziyade yardımcı birlikler olarak kullanıldılar; ancak XVIII. Yy da asker sıkıntısı çekilmeye başlanınca gönüllerini okşamak için kendilerine Evlad-ı Fatihan (Fatihlerin Çocukları) adı verilerek silahlı kuvvetler arasına sokulmuşlardır. ”(Prof.Dr.F.Sümer Oğuzlar)Kısaca Türk, Türkmen, Manav, Yörük,,Çepni,Tahtacı, Alevi, Kızıl-Baş adları ile anılan topluluklar arasında kavmi hiçbir fark olmayıp hepsi oğuz elinden gelmiş Oğuz Türklerinin bir parçasını oluşturan Türkmenlerdir. “Türkiye’ nin iktisadi ve sosyal bünyesinde ve fiziki çehresinde çok büyük değişiklikler meydana geldi. Bu değişiklikleri , en fazla Yörüklerin yaşayışında bulmak mümkündür. Artık Yörük sadece tarihi bir ad olarak kalmıştır. Ben Yörük değilim diyenler, hepimizin bir zamanlar Yörük olduğunu unutmuşlar yada bilmemektedirler. Çünkü şu anda ben Yörüğüm diyen bizler de yaylalarla ovalar arasında gidip gelmiyor, bizim de develerimiz atlarımız yerine otomobiller kamyonlarımız, traktörlerimiz var. Buz gibi suyu pınarlardan değil buzdolab'lardan içiyoruz.” Prof.Dr.Mehmet ERÖZ-Yörükler “Yörük(Yüğrük); Anadolu’ ya gelip yurt tutan göçebe Oğuz Boylarını (Türkmenleri) ifade eden bir kelimedir.Kelime sıfat halinde ileri, medeni, bilgili, cins ve halis manalarına gelir.” Prof.Dr.Mehmet ERÖZ- Yörükler “Türkmen kelimesinin Yörük kelimesi gibi göçebeliği konar-göçer Türk boylarının hayat tarzını ifade eden bir isimdir.”Prof.Dr.Mehmet ERÖZ-Yörükler Osman Gazi’ nin oğullarına asla iskan olmamalarını yerleşenlerin asaletinin kaybolacağına beyliğin YÖRÜKLÜK edenlerde kalacağına dair nasıhati de Yörük Türkmenlerin iskanının gecikmesinde önemli bir etken olduğu kanaatindeyiz.
YÖRÜK TÜRKMEN EVLADI OLAN MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ TEN DİNLEYELİM. Zübeyde Hanım'ın soyu Yörük'tür. Fatih döneminde Karamanoğlu Beyliği'nin yıkılmasından sonra (1466), Balkanlar'da fethedilen yerlerin Türkleştirilmesi için göç ettirilen ailelerdendir. Konya bölgesinden geldikleri için bunlar, "Konyarlar" ismi ile resmi kayıtlara geçmiş ve böyle anılmıştır. Aile, Vodina sancağının Sarıgöl nahiyesine yerleştirilir. Zübeyde Hanım’ ın Babası Sofi-zade Seyfullah Ağa, Selanik yakınlarındaki Lankaza'ya göçer ve bir çiftlik sahibi olur. Ve Zübeyde Hanım 1857'de burada doğar. Annesi, babasının üçüncü eşi Ayşe Hanım'dır.Zübeyde Hanım'ın soyunu birde anlatılanlardan görelim. M. Kemal'in kız kardeşi Makbule Hanım (1885-1956): "Annemden sık sık şunları dinlemişimdir. Bizim esas soyumuz Yörük'tür. Buralara Konya-Karaman çevrelerinden gelmişiz" diyor ve atalarından bazılarının da sonradan tekrar Konya'ya geri döndüğünü de şöyle açıklıyor: "Dedem Feyzullah Efendi'nin büyük amcası Konya'ya gitmiş, Mevlevi dergahına girmiş, orada kalmış. Yörüklüğü tutmuş olacak." Makbule Hanım Yörüklük için şunları söylüyor:"...Annem her zaman Yörük olmakla iftihar ederdi. Bir gün Atatürk'e "Yörük nedir?" diye sordum. Ağabeyim de bana 'Yürüyen Türkler' dedi."Yörük ile Türkmen eş anlamlıdır. Atatürk, soyunu açıklarken bunu da vurgular:".... BENİM ATALARIM ANADOLU'DAN RUMELİ'YE GELMİŞ YÖRÜK TÜRKMENLER'dendir." Zübeyde Hanım'ın babasını, kocası Ali Rıza Efendi'yi ve Ali Rıza'nın babası Kızıl Hafız Ahmet Bey'i de tanıyan Selanik doğumlu Aydın Milletvekili Hasan Tahsin San (1865-1951) şu bilgileri verir: " Atatürk'ün validesi, Zübeyde Hanım, Sofu-zade ailesinden Fethullah Ağa'nın kızıdır. Selanik'te doğmuştur. Bu aile bundan 130 sene evvel (1800'lü yılların başı oluyor.) Sarıgöl'den Selanik'e gelmişlerdir. Vodina sancağının batısında Sarıgöl nahiyesinde onaltı köyden ibaret olan bu nahiye ailesi, Makedonya ve Teselya'nın fethinden sonra Konya civarı ahalisinden Osmanlı hükümetinin sevk ve iskan ettirdiği Türkmenlerdendir. Son zamanlara kadar beş asır müddet içinde hayat tarzlarını, kılık-kıyafetlerini değiştirmemişlerdi." Bir yabancı yazar da Atatürk'ün annesi hakkında edindiği bilgileri şöyle aktarıyor:"Mustafa'nın babası Ali Rıza Efendi, anası da Zübeyde Hanım'dı. Zübeyde Hanım... sarışındı; düzgün, beyaz bir teni, derin ama berrak, açık mavi gözleri vardı. Ailesi Selanik'in batısında Arnavutluk'a doğru, sert ve çıplak dağların geniş, donuk sulara gömüldüğü göller bölgesinden geliyordu. Burası, Türklerin Makedonya'yı ve Teselya'yı almalarından sonra Anadolu'nun göbeğinden gelen köylülerin yerleştikleri yerdi. Bu yüzden Zübeyde Hanım, damarlarında ilk göçebe Türk kabilelerinin torunları olan ve hala Toros Dağlarında özgür yaşamlarını sürdüren sarışın Yörükler'in kanını taşıdığını düşünmekten hoşlanırdı. Mustafa da annesine çekmişti; saçları onun gibi sarı, gözleri onun gibi maviydi." Zübeyde Hanım'ın kendi ifadesi; oğlunun, kızının, kendisini tanıyanların ve de konu üzerinde çalışanların ortak ifadesi; Zübeyde Hanım'ın Yörük-Türkmen olduğudur.Mustafa Kemal'in baba soyu, Aydın/ Söke'den gelerek Manastır vilayetine yerleştirilen, "Kocacık Yörükleri (Koca Hamza Yörükleri)"ndendir. Ali Rıza Efendi, Manastır'ın Debre-i Bala sancağına bağlı Kocacık'ta dünyaya gelmiştir(1839). Aile sonradan Selanik'e göçmüştür. Babası İlkokul öğretmeni Kızıl Hafız Ahmet Efendi'dir. Amcası, Kızıl Hafız Mehmet Efendi'dir. Taşıdıkları "Kızıl" lakabı ve yerleştikleri yere "Kocacık" denmesi; Ali Rıza Efendi'nin soyunun, Anadolu'nun da Türkleşmesinde katkısı olan " Kızıl-Oğuz" yahut "Kocacık Yörükleri-Türkmenleri"nden geldiğini göstermektedir. Anne soyunda olduğu gibi baba soyunda da en sağlam bilgiler önce Atatürk'ün, annesinin, kardeşinin anlattıkları;sonra çevrelerinin aktardıklarıdır. Makbule Hanım; "Babam Ali Rıza Efendi, Selanik' lidir. Kendileri Yörük sülalesindendir." ATATÜRK:"... BENİM ATALARIM ANADOLU'DAN RUMELİ'YE GELMİŞ YÖRÜK TÜRKMENLER' dendir." Atatürk kendisini böyle tanımlıyor. Ben bir Türk'üm diyor ve bundan gurur duyuyorum diyor. Kişi, hissettiği milletten olduğuna göre bu sözler üzerine daha denecek bir şey yoktur. M. Kemal, bir Türk'tür ve koca bir Türk'tür, Türk'ün Atası'dır. Türk milletine, unuttuğu milli kimliğini tekrar kazandıran, ümmetten Türk milletine dönmesini sağlayan bir Türk'tür. “Benim hayatta yegane fahrim (onurum), servetim, Türklükten başka bir şey değildir." "Bana, insanlar üstünde bir doğuş atfetmeye kalkışmayınız. Doğuşumdaki tek fevkaladelik, Türk olarak dünyaya gelmemdir." Bir İngiliz'in "siz hangi asil ailedensiniz?" sorusuna verdiği yanıt: "Anasının ve babasının asilliğiyle iftihar eden Teodoz, İtalya Yarımadasına inmek isteyen Türk Atilla'ya barış görüşmesinden önce sormuş: 'Siz hangi asil ailedensiniz?' Atilla'da ona cevap vermiş: 'Ben asil bir milletin evladıyım!' işte benim cevabımda size budur!"" Türk, Türk olduğu için asildir... çoğumuz, büyük babamızın babasını hatırlamayız. Bütün soy gururumuzu, Türk olmanın içinde buluruz."“Türklük, benim en derin güven kaynağım, en engin övünç dayanağım (dır)" "Millî mevcudiyetimize düşman olanlarla dost olmayalım. Böylelerine karşı...'Türk'üm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi!' diyelim" "... " Mensup olduğum Türk milletinin şan ve şerefi varsa, benim de bir ferdi olmak sıfatıyla şanım ve şerefim vardır..." M. Kemal'in Selanik'te mahalle ve okul arkadaşı, Kütahya Milletvekillerinden Mehmet Somer (1882-1950): "Atatürk'ün ataları hakkında benim bildiğim şunlar: Atatürk'ün ataları Anadolu'dan gelerek Manastır vilayetinin Debre-i Bala sancağına bağlı Kocacık nahiyesine yerleşmişlerdir. Bunları ben Selanik'in ihtiyarlarından duymuştum. Kocacık' lıların hepsi öz Türkçe konuşurlar. İri yapılı adamlardır. Bunların hepsi Yörük'tür... Bunların kıyafetleri Anadolu Türklerine benzer. Yaşayışları, hatta lehçeleri de aynıdır." 10 Kasım 1993'te Milliyet gazetesi "Ata' nın Soy Kütüğü" isimli bir yazı yayımlar. Gazeteci Altan Araslı, Kocacık köyüne giderek bir araştırma yapar ve köylülerle konuşur. Kocacıklı Numan Kartal'ın aktardıkları:"Ali Rıza Efendi, Manastır vilayetinin Debre-i Bala sancağına bağlı Kocacık'ta dünyaya gelir. Kocacık'ın nüfusu tamamen Türk'tür. Hepsi de Yörük Türkmenleri. Anadolu'dan geldiler. Bizler, Müslüman Oğuzların Türkmen boyundanız." Sultan Murat Hüdavengidar zamanında başlamak üzere, bütün Türk Devleti padişahlık döneminde, Rumeli'yi Balkanlar'ı ve Avrupa'yı Türkleştirmek için soyunda ve sopunda hiçbir karışım olmayan Türk ailelerinden oluşan özel güçleri buralara göndermişlerdir. Bu göçlerin büyük çoğunluğu Oğuz Türkleri, Müslüman Oğuzların Yörük Türkmen boylarından gönderilen aileler teşkil ermektedir. Müslüman Oğuzların, Tanrıdağı ve Karagöz Yörüklerinden olup, Konya ve Aydın yöresine yerleşmiş bulunan isimler, teker teker yazılı bulunmaktadır. Buradaki, 950 tarih ve 82 numaralı l yazıcı defteri ile 1051 tarih ve 469 numaralı il yazıcı defterinde Anadolu'dan Rumeli'ye geçen Türk boy ve ailelerinin isimleri açıkça yazılı bulunmaktadır. Bunların Müslüman Oğuz Türk'ü Yörük Türkmen boylarından oluşan ailelerinin kimler olduğunu kayıtlarda belirtmektedir. İşte bu kayıtlarda, Ulu Önder Atatürk'ün atalarının, Anadolu'dan Konya ve Aydın yöresinden geldiği yazılmaktadır. Atatürk'ün dedeleri; Anadolu'dan Rumeli'ye gidip, Yunanistan'da Manastır Vilayeti'nin Derbe-i Bala Sancağına bağlı bulunan Kocacık Nahiyesine yerleşen ailelerden olan Hafız Ahmet Alüş Efendi derlerdi.Kocacık Nahiyesinin tamamen Türk'tür. Atatürk Kocacık Nahiyesine yerleşen ailelerden olan Hafız Ahmet Efendi'nin torunudur. Hafız Ahmet Efendi'nin saçları kırmızı olduğu için adına "Kırmızı Hafız Efendi" derlerdi. Ulu Önder Atatürk'ün dedesi Kırmızı Hafız Efendi Kocacık Nahiyesinde ilkokul eğitmenliği yapmakta idi. Atatürk'ün babası Ali Rıza Efendi de bu Kocacık Nahiyesinde dünyaya geldi. Atatürk'ün babası Ali Rıza Efendiye Alüş Efendi derlerdi. Kocacık Nahiyesi tamamen Türk'tü. Burada yerleşenlerin çoğu Aydın ve Konya yöresinden gelen Türklerdir. Hatta bu aileler Yörük Türkmenleridir. Bu Yörük Türkmenlerinin Tanrıdağı ve Karagöz olduğu yukarıda adı geçen il yazıcı defterinde kayıtlı bulunmaktadır. Keza yine belgelerde Aktan ve naldöken Yörüklerinde buralarda bulunduğu yazılmaktadır. Fetihnamelerde, buralardaki Konya Türklerine hudut gazileri ünvanı verildiği yazılmaktadır. Bu Türklere miri, Yörülen Türkmenlerden denilmekteydi. Ulu Önder Atatürk özbe öz Türk olup, Konya ve aydın yörelerinden gitme çok asil bir ailenin evladıdır. Annesi Zübeyde Hanımefendi'nin babası aydından Selanik'e gitme çok asil bir ailenin evladıdır. Annesi Zübeyde Hanımefendi'nin babası Aydınlıdır.Atatürk’ün soyagacı ile ilgili bu bilgiler Başbakanlık Eski Müşaviri Şecaattin Zenginoğlu'nun "Bilgi Çağındaki Türk Gençliğinin Yükselen Sesi-1999" isimli kitabından alınmıştır. .
DİPNOTLAR

1). Bozkurt, Mahmut Esat; Yakınlarından Hatıralar, Sel Yayınları, İst., 1955, s. 95(2). Egeli, Münir Hayri; Atatürk’ten Bilinmeyen Hatıralar, İst., 1959, s.15(3). Ünaydın, Ruşen Eşref; Atatürk Tarih ve Dil Kurumları (Hatıralar), TDK. Yayını. Ank., 1954, s.54(4). Egeli, Münir Hayri, s.69(5). Faik Reşit Unat’ın “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” Türk Dili Dergisi, Sayı 146, 1963 makalesinden aktaran Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ank., 1984, s.171-173 (6). Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. II. derleyen Nimet Unan, Türk İnk. Tarihi Ens.yayını, Ank.,1959,s.143(7). Arıkoğlu, Damar; Hatıralarım, İst.,1961, s.304(8). Güler, Ali; Atatürk Soyu, Ailesi ve Öğrenim Hayatı, Ank.1999, s.40-46 - Göksel, Burhan; Atatürk’ün Soykütüğü Üzerine Bir Çalışma, Kültür Bak. Yay., Ank.1994, s.7(9). Güler, Ali; s.46(10). Şapolyo, Enver Behnan, Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, İst.,1958, s.33,23- aktaran Güler, Ali s.45(11). E.B.Şapolyo, a.g.e.den aktaran Güler, Ali a.g.e. s.27, 28(12). E.B.Şapolyo, a.g.e. den aktaran Güler, Ali a.g.e. s.28(13). Türk Parlamento Tarihi, 1919-1923 c.111, TBMM Vakfı Yay., Ank.,1995, s.132-133(14). E.B. Şapolyo, a.g.e den aktaran Güler Ali a.g.e.s.45(15). Lord Kınross, Atatürk Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Sander Yayınları, İst., 1978, s.25(16). Güler, Ali, s.17 (17). E.B. Şapolyo, a.g.e.den aktaran Güler, Ali, a.g.e. s.28(18). E.B. Şapolyo, a.g.e.den aktaran Güler, Ali, a.g.e. s.28(19). Türk Parlamento Tarihi 1931-1935, c.11, Ank.1996, s.402(20). E.B. Şapolyo, a.g.e. s.21 den aktaran Güler, Ali, a.g.e. s.28” Bu araştırma Konyalılar Vakfı İzmir Şubesi web sayfasından alınmıştır.

Yorumlar