Köyün Yörük Alisini Hz. Ali ederler


S.Burhanettin AKBAŞ

Kadir Dayıoğlu, arabasına binmiş, atlamış Balıkesir’e gitmiş. Belli ki tatil için orada… Bir levhada “Gömeç … km, Kızık....km, Sarımsaklı … km.” ibaresini görünce hem şaşırmış, hem de duygulanmış. Öyle ya, aynı isimler Kayseri’de de var. İşin ilginç tarafı buradakiler de aynı yol güzergahındalar. Her iki isim de Türkçe… her iki isim de bitki adı. Her iki isim de iki Yörük-Türkmen topluluğunun adıdır.
Aslında Türkiye, koskoca bir akrabalar topluluğundan başka bir şey değil. Çünkü, bizim gibi bir tarihe ve kültüre sahip insanların tek bir yerde olmaları mümkün de değildir. Anadolu’yu yurt tutmak için, vatan yapmak için bu gerekliydi. O yüzden şehirciliği veya alt yöreciliği öne çıkarmak yanlıştır bana yöre. Tam tersine Türkiye Türklerinin Türkiye’nin dört bir köşesinde akrabaları bulunduğu gibi, bugün yurt dışında bulunan birçok Türkmen topluluğu ile de akrabayız. Mesela bizim Sarımsaklı Yörüklerinin Sinop’ta, Samsun’da, Kayseri’de, Adana’da, Balıkesir’de ve Serez’de olduklarını biliyoruz. Yani bu isimler tesadüfen verilmiş değiller. Yunus’un sözleri gibi basit görünüyorlar ama her birinde bir derinlik var, görebilmek için biraz çaba gerekiyor. Yoksa Elmalı diye bir ismi görüp “ha… buranın elması çokmuş, adı o yüzden Elmalı olmuş” dersek bu işi hafife almış oluruz.
Yörükler ve Türkmenler, Türk halkının ta kendisidir. Herhangi bir etnik grup değillerdir. Her iki isim de Oğuzları anlatmak için kullanılıyor. Bu Oğuz grupları geleneğe uygun olarak değişik şekillerde isimler alıyorlar. Ya boy beylerinin adını taşıyorlar: Musa Hacılı, Süleymanlı, İbrahim Hacılı, Tutak, Yalman, Recepli gibi. Ya tabiattan, bitkilerden seçiyorlar adlarını: Soğanlı, Sarımsaklı, Elmalı, Gömeç, Ardıç, Gömürgen (bir çeşit dağ soğanı), İbeli, Çiçekli, Kavaklı gibi. Bazen de boylarının adlarını alabiliyorlar: Avşar, Kızık, Kınık, Salur, Yazır, Beydili, Karkın gibi. Ya da hayvan isimlerini alıyorlar: Köpekli, Baraklı, Tavşanlı, Aslanlı, Kartal, Kara Koyunlu, Sarı Keçili, Atmaca, Tilkiler gibi. Coğrafi şekiller de onların isim almalarında önemli bir faktör olarak gözüküyor: Obruk (dağların ucu açık çukur bölümü), Kemer, Sarıkaya, Kaş (dağlarda uçuruma bakan düzlükler), Dokuz Pınar, Suvegen (suyu bol olan yer) gibi.
Boy beyleri (kethüda) çok güçlü kişilerden oluşuyor. O yüzden oymaklar zamanla isimlerini değiştirerek boy beylerinin isimlerini oba adı olarak almaya başlamışlar. Boy beylerinin bu güçlü kişilikleri oluşturmasında dinin önemli bir rolü var. Çünkü, çoğu fakih (fakı) , hoca, hacı, kethüda, şeyh, koca, ulu, evliya, ebiç, gazi, derviş, emir, ağa, bey gibi unvanlara sahipler. Ağa lakabı taşıyanları bir hatırlayalım: Çavuş Ağa, Emir Ağa, İsa Ağa, Tahir Ağa (Kayseri), Derviş Ağa (Bünyan), Mirza Ağa (Sarız); bey unvanı taşıyanlar: Arslan Bey, Yahya Bey (Pınarbaşı), Bozatlı Hasan Bey (Kayseri), İsa Bey (Felahiye), Murat Bey (Sarıoğlan), Mustafa Bey (Yahyalı), Yağmur Bey (Bünyan); “baba” lakabı taşıyanlar: Cemalettin Baba, Koyun Baba, Mir’ati Baba (Yeşilhisar), Kili Baba (Acırlı/Felahiye), Ziya Baba (Bünyan), Şeyh Baba (Şeyh Şaban /İncesu), Nebi Baba (Soysallı/Develi); “dede” lakabı taşıyanlar: Ali Dede (Yeşilhisar), Ayrı Dede (Üzerlik/Sarıoğlan), Baktır Dede, Sesli Dede, Torun Dede (Hacılar), Ahmet Dede (Acırlı/Felahiye), Mikdat Dede (Sakaltutan/ Talas), Şeyh Hasan Dede (Kızılören/İncesu); “gazi” ünvanını alanlar: Alagazi, Melikgazi (Pınarbaşı), Gazi (Develi), Yahya Gazi (Yahyalı), Musa Gazi (Kayseri), Şem’un el-gazi (İncesu); “hacı” ünvanı taşıyanlar: Ayvazhacı (Develi), Bayramhacı, Hacı Kasım, Hacı Veled, Hacı Mansur, Hacı İvaz, Hacı Sâki (Kayseri), Hacı Paşa (Tomarza), Köse Hacı (Bünyan), Kara Hacı (Pınarbaşı, Felahiye), Koca Hacı (Yahyalı), Musa Hacı (Yeşilhisar), Ömer Hacı (Sarıoğlan); “molla” unvanı alanlar: Dadı Molla, Molla Hacı (Kayseri), Molla Hüseyin (Sarız); “şeyh” lakablı olanlar: Abdullah Şeyh, Ömer Şeyh, Şeyh Emir Sultan (Kayseri), Gani Şeyh (Akkışla), Kara Şeyh (Felahiye), Şeyh Barak (Tomarza), Şeyh Şaban, Şeyh Kumalı, Şeyh Aslan (İncesu), Şeyh Hasan Dede (Kızılören/ İncesu), Şeyhli (Develi), Musa Şeyh (Bünyan); “fakih” unvanı taşıyanlar: Süleyman Fakı (Yahyalı), Kara Fakı, Hasan Fakı (Kayseri); “bektaş, danişmend, sofu(sûfi), emir, seyyid, sultan, şah, alp, pir, paşa, abdal, âhi” gibi unvanları almış nice boy beyleri vardır: Koyun Abdal (Bünyan), Ahi İsa (Kayseri), Çivici Bektaş (Kayseri), Bektaş (Tomarza), Sarı Danişmend, Köse Danişmend (Kayseri), Sofu Mahmut (Sarıoğlan), Emir Sultan (Kayseri), Emir Halil (Melikgazi/ Kayseri), Seydi Şerif (Develi), Seyyid Halil Devletli (Karakaya/Bünyan), Seyyid Battal Cafer (Kayseri), Akçakoca Sultan (Kopçu/ Yeşilhisar), Emir Sultan (Kayseri), Hamza Sultan (Felahiye), Yalnız Sultan (Keşlik/Yeşilhisar), Tuğla Şah (Özvatan), Şah Senem (Bünyan), Şah Nail (Bünyan), Şah Melik (Develi), Hasan Alp (Hasanarpa/Kayseri), Pir Ahmet (Bünyan), Bozatlı Paşa, Dilaver Paşa, İslim Paşa, Küçük Hasan Paşa, Osman Paşa (Kayseri), Hacı Paşa (Tomarza).
İşin üzüntü ve sıkıntı veren bir yönü Selçuklular zamanında ve ondan sonraki dönemlerde Anadolu’ya yerleşen birçok Yörük-Türkmen obası, hem boy adlarını, hem boy beylerinin adlarını zamanla unutmuşlar. Bu isimler kısaltılarak zamanla değişmiş, ya da kim oldukları unutulmuş, bütün bunların getirdiği hafıza kayıplarını ise sonradan uydurulan efsaneler doldurmuş. Diyelim ki köyün adı Kömür… Kömür, Ahmed bin Kömür isimli boy beylerinin adından kaynaklanan bir kısalaşmanın sonucudur. Lakin halk hafızası bunu unuttuğu için, sorulan sorulara da, eh mantıklı bir şey üretilemediğine göre, efsanelerin dokunulmazlığından yararlanılarak hemen bir hikaye ortaya atılmaktadır. Bu durum son dönem göçlerinin dışındaki ahalinin hemen hepsinde böyledir. 17. -18. yüzyıl ve sonrası göçlerde ise ahali büyük ölçüde hafızasını korumakta, çoğu oymak adlarını, boy beylerini, oymaklarının yaşadığı hadiseleri bilmektedir.
Bir de isim değiştirmeler olmuştur. Ya halkın dileğiyle, ya da yöneticilerin kararlarıyla köylerin ve mahallelerin isimlerinde değişikler yapılmıştır. O devirde bu konulara açıklık getirecek insanlar bulunamadığından mıdır, yoksa sorma ihtiyacı hissedilmediğinden midir, birçok ad değiştirilmiştir. Mesela Türkmen oymaklarının adları yabancı isim zannıyla, ya da hoş bulunmadığı gerekçesi ile değiştirildi. Türkmen soyundan gelen Maracak oymağının köyü (Maraşak), Yaz Yurdu olmuş; Köpekli Türkmenlerinin köyünün adını Turan yapmışlar; suyu bol olan yer demek olan Suvegen’in adı Türkeli olmuş; köyün eski adı Mengücek gibi tarihi bir isim olduğu halde adı Yazılı olmuş; Sarı Danişmend’in adını Elmalı yapmışlar. Daha birçok örnek verilebilir. Prof.Dr. Reşir Rahmeti Arat ve Prof.Dr. Zeki Velidi Togan, Kayseri’de sonu –sın/-sun şeklinde biten köylerin adlarını Uygur hatıralarıdır, değiştirilmesin diye uyarmışlardı. Çünkü, Göktürkçe’den Uygurca’dan kalan eski Türkçe kelimeleri de unuttuğumuz için, o kelimeleri de yabancı sanmamızın sıkıntıları olmuştur. “Ebiç” Göktürkçe’de “evliya, veli” anlamına gelmektedir. “Kulpak” da öyle… Ya da Çin’e giden Tatarlara “Dada” adı verildiğini kim bilecek ki?... Buradan çıkan sonuç şudur: Yerleşim yerlerinin adlarını hiçbir zaman değiştirmemek gerekir. Diyelim ki bir isim Türkçe bir kökten gelmiyor. Mesela Germir olsun. Bu isim Türk söyleyişine uygun hale getirilmiş ve artık Türkçeleşmiştir. Sanırım Türkiye’de birçok insan İstanbul’un, İzmir’in, Kayseri’nin, Malatya’nın, Erciyes’in, Ağrı’nın adının Türkçe kökten gelmediğini bilirler. Lakin, bu kelimelerin orijinallerini bulup bir bakarsak bu kelimelerde çok büyük değişiklikler olduğunu görürüz. Mesela Yunanlı biri İstanbul adını Türkçe kabul eder ve bu sözü kullanmamaya çalışır. Yani, Anadolu’daki yer adlarının artık Türk söyleşisine uygun hale geldiğini ve Türkçeleştiğini kabul etmeliyiz. Anadolu adının kendisi dahi böyle değil midir? Anatolia’yı Anadolu yapmamız ve hemen bir efsaneye bağlamamız geleneklerimize uygun değil midir?
Çocukluğumda birisini çok övdüklerinde rahmetli büyük annem, ona mahalleli Kevser Hala derdi, “Aman bunlar da köyün Yörük Alisini Hz.Ali ederler” derdi. Çünkü, bizim köyümüz (Sarımsaklı/Bünyan) Yörük köyü idi ve ben bunu yıllar sonra öğrendim. Babaannem ise Ağcalı Türkmenlerindendi, yani Dulkadirli’ydi. Onların türkülerini, masallarını, manilerini, yemek adlarını, hayvanlara verdikleri isimleri, etnografya malzemelerini toplamaya çalıştım. Mehmet Sıtkı Işıtır Amcanın anlattığı “Bamsı Beyrek Hikayesi”ni derleme fırsatım oldu ki bu hikayenin etkisi bende hala devam etmektedir. Oğuz Türklerinin destansı hikayelerinden olan bu nefis masalın daha sonra Felahiye’nin Darılı köyünden ikinci bir çeşitlemesini daha derleme şansım olmuştu. Aynı hikaye yurdun çok değişik yerlerinde karşımıza çıkıyordu ve Bamsı Beyrek’i Anadolu Türkleri dışında birçok Türk topluluğu biliyordu.
On iki yıldır Kayseri’nin dağını taşını, köyünü kasabasını geziyorum. Bu gezmelerimde kitabi bilgilerin de izini sürüyorum. Yeni bilgiler öğreniyorum. Biraz dağınıklaşıyorum ama zamanla toparlanıp gördüklerimi, yaşadıklarımı, öğrendiklerimi yazmak için elimden gelen gayreti gösteriyorum. Bu gezmelerim bazen il dışına taşıyor ve diğer şehirlerdeki kültürel dokuyu burada gördüklerimle karşılaştırıyorum. Kısaca söyleyecek olursam, biz inanılmayacak derecede birbirimize benziyoruz. Sarışın, esmer, kumral; bıyıklı, sakallı, sakalsız, bıyıksız; uzun veya kısa olmamızın bir önemi yok. Kültürümüzdeki müthiş ortaklık Oğuz Kağan Destanının binlerce sene sonra aramızda yaşaması kadar bir mucizenin eseridir. Bunun da sebebi bizim çok köklü bir tarihimizin ve kültürümüzün olmasından kaynaklanmaktadır.
Biz Kayseri’de 12. yüzyıldan itibaren Danişmendliler ve Selçuklularla birlikte çok köklü bir medeniyet ortaya koymuşuz. Her yanımız Selçukluların, Danişmendlilerin, Eretnalıların, Karamanlıların, Dulkadirlilerin, Osmanlıların eserleriyle doludur. Camilerimiz, kümbetlerimiz, mescitlerimiz, medreselerimiz, şifahiyelerimiz dizi dizi bu topraklara vurduğumuz mühürlerimizdir. Bu toprakların Türk öncesine ait muhteşem tarihine, biz de muhteşem eserler katarak üzerimize düşeni yapmışız. O yüzden böyle bir tarihe sahip olmaktan dolayı, Allah’a hoş varsın, gururlanıyorum. Bu caddelerde yürürken, bu tarihi yapıların yanından geçerken göz ucuyla şöyle bir bakıp ecdadın ruhuna dua ediyorum.
Bu şehrin insanları da çok önemlidir. Danişmendli soyundan Melik Mehmed Gazi’nin türbesi hemen Camiikebir’in yanındadır. Melik Emir Gazi, bu topraklarda Pınarbaşı’nın Melikgazi köyünde yatıyor. Seyyid Burhaneddin, Eretna Beyi Alaaddin Ali, Hunat Hatun, Gevher Nesibe ve daha adlarını sayamayacağım niceleri bu topraklarda yatıyor. Yani biz bu toprakların verdiği ağırlığı taşımalıyız.

Yorumlar