Altın Elbiseli Adam



ALTIN ELBİSELİ ADAM

Türk tarihinin parlak geçmişine belge ve anıtlarla, atalar yadigârı kurganlarla ışık tutan coğrafî bölgelerden biri Isık Göl çevresidir. Kuzeydoğusunda Aladağlar'ın, güneydoğusunda Tanrı Dağları'nın uzandığı bu göl, bug
ünkü Kazakistan Cumhuriyeti'nde Almatı ile Kırgızistan Cumhuriyeti'nin başkenti Bişkek’in yakınında, bu şehirlerin güneyinde yer alır. Yüzölçümü 6200 kilometre karedir. Bu bölge, Karakurum gibi, Ötüken gibi, yüzlerce, binlerce yıldan beri Türkler’in kutlu merkezlerinden biridir.

Bugüne kadar bu bölgede birçok belge bulundu. Bunlar Çiğil Türklerine, Karluk Türklerine ait 10. ve 11. yüzyıldan kalma kitabeler ve evlerde kullanılan eşyalardır. Fakat, geçmişe uzanan zaman tünelinin durak noktaları, istasyonları sayabileceğimiz bu kurganlar, bizi milâttan'önceki çağlara henüz ulaştırmamıştı.

1970 yılında, Esik bölgesinde açılan bir kurganda, tarih için, özellikle Türk tarihi için son derece önemli belgeler bulundu. Bunlar, Türk kültür tarihinin milâttan önceki yüzyılcı aydınlatan, yeni boyutlar kazandıran eşsiz bulgulardır.

Esik, Almatı'nın 50 km. yakınında bulunan küçük bir kasabadır. Bu kasabada bulunan bir höyüğün garaj yapımı için düzelmesi gerekiyordu. Bu amaçla buldozerler çalışmaya başladı. Toprağın üst tabakası alındıktan sonra buldozerin kepçesi büyük bir kayaya çarptı. Bu kaya az daha dinamitle uçurulacaktı. Fakat, kayanın yontulmuş, işlenmiş olduğunu görülünce bundan vazgeçtiler. Durum Almatı Müzesi Müdürlüğü'ne bildirildi ve uzmanlar çalışma mahalline geldiler. İşlenmiş kaya höyüğün aşağı kısmında idi ve tepeye doğru yükselen duvarın köşe taşını oluşturuyordu. Duvarın etrafı açılınca burasının bir kurgan (Türk hükümdar aileleri için yapılan mezar) olduğu hemen anlaşıldı. Çünkü mezarın çatısı da ortaya çıkmıştı ve başka Türk kurganlarında olduğu gibi bu çatı da Tiyan Şan ormanlarından kesilmiş yüzlerce, belki binlerce yıllık kalın köknar kerestesinden yapılmıştı. Daha başka arkeologlara da haber verildi ve kazıya devam edilerek mezar açıldı.

Altın elbise:

Mezarın içinde bulunan eşyalar göz kamaştırıyordu. Her şeyden önce göze çarpan, ışıl ışıl parlayan bir altın elbise idi. Ama bu, herhangi bir altın elbise değildi: Taçlı başlığında tuğlar ve oklar vardı. Belindeki kemerinin solunda bir kama, sağında bir kılıç asılıydı. Başlığın alın hizasında koç, geyik ve at kabartmaları bulunuyordu. Bu kabartmalara kemerde, kama kılıfında ve öteki eşyalarda da rastlanıyordu. Çizmesinden başlığına, çorabından kemerine ve silahlarına kadar her şey saf altın idi! Ceket, yüzlerce üçgen altının yine altın tellerle birleştirilmesinden meydana getirilmişti. Çorabın çizme ile diz kemiği arasında kalan kısmında yine üçgen parçalar, çizmede ise dörtgen parçalar vardı. Altınları saydılar: Tam 4800 parça! Bugüne kadar Mısır firavunu Tutankamon'un mezarından sonra en çok altın bulunan bir mezar idi bu.
Bu mezar kimindi? Altın elbise kimindi?

Bu sorulara cevap bulmak için öbür eşyaları incelemeye başladılar. Altın elbiseden başka tabaklar, vazolar, kepçeler, ayna ve tarak kılıfları, gümüş kaşıklar ve tabiî Altın Elbiseli Adam'in kemikleri de vardı. Bütün bu eşyalar ilk bakışta kurganın pek eski devirlere ait olmadığını, bir Türk tiginine ait olamayacağını düşündürüyordu. Ama bu, şartlanma sonucu yürütülen bir tahmindi.

ALTINLARI GÖLGEDE BIRAKAN KARARMIŞ BİR TABAK

Eşyaları incelemeye devam ederken, arkeologun birden gözleri parladı. Gördüğü şeye elini uzatırken parmakları titriyordu. Gördüğü şey, ışıl ışıl altınların yanında en son fark edilen, yarısı iyice kararmış bir gümüş tabak idi. Geniş ağızlı bir kâse, hatta bir bardak da denilebilirdi. Kazak tarihçi bu gümüş eşyanın bütün o altınlarla, o altın elbise ile karşılaştırılamayacak kadar değerli olduğunu hissediyordu. Çünkü gördüğü şeyin üzerinde yazı vardı! 26 harften oluşan iki satırlık yazı! Haberi Sovyet ve dünya kamuoyuna ilk defa duyuran "Komsomolskaya Pravda"nın deyimi ile bu iki satırlık yazı, "sağırdilsiz olan eski çağı dile getiriyordu." 26 harflik ve iki satırlık yazı, bir süre sonra, kurganda bulunan bütün altınları gölgede bırakarak, tarihçinin gözünde bir ışık gibi parladı, Türk tarihinin milâttan önceki yüzyıllarını aydınlattı.
Yazı, Orhun alfabesinin harfleriyle yazılmıştı. Riinik yazı idi. Yani, fırça ile yazılan Çin yazısı değil, çelik kalemle ağaca, taşa, madene kazılarak yazılan Türk yazısı. Eski Türk damgalarında görülen şekillerden çıkma bir yazı! GökTürklerden mi kalmıştı? Hayır. Sovyet Türkologları yazıyı okumakta gecikmediler. Bu iki satırın anlamı şu idi: "Han'ın oğlu 23'ünde öldü, Eşik halkının başı sağ olsun."

Yazıyı okumaya çalışan tarihçi önce ve kolaylıkla "üç utız (yirmi üç)" sayısını, sonra "Khan uya (Han oğlu)" kelimelerini söktü. Yazı gibi lisan da GökTürkçe'ye benziyordu. Bu tespiti yaptıktan sonra bütün kelimeler bir anda çözülüverdi. Başka eşyaların üzerinde yazı yoktu. Tabağın ya da yayvan kâsenin dibindeki bu iki satır yazı ise eski Türklerin inancına ve âdetlerine çok uygun düşüyordu. Eski Türkler GökTanrı'ya taparlar ve su içtikleri, çorba içtikleri bardak ya da kâseyi göğün sembolü sayarlar, onun koruyuculuğuna inanırlardı. Onun için de ölünün mezarındaki su kabında ya bu anlamda bir motif, ya da sagu (ağıt), niteliğinde birkaç söz bulunurdu.

Peki, bu genç ölü hangi kağanın oğlu idi? Kimdi bu tigin? Ne zaman yaşamıştı?
Bu uzay çağında bilim adamları lazerle yalnız yıldızlararası mesafeleri ölçmüyor, milyonlarca yıl öncesinden kalan fosillerin yaşını bile tam olarak anlayabiliyorlar. Lazerle radyokarbonik analiz yapıldı ve kurganın da, kurgandaki eşyaların da M.Ö. 5. yüzyıla ait oldukları anlaşıldı.
M.S. 8. yüzyıl başlarında (720735 yıllarında) dikilen Orhun anrtlarındaki kitabeler hem yazı, hem konuşma dili olarak çok işlekti. Yüzlerce yıldan beri işlenegeldiği anlaşılıyordu, ama daha eskilere ait Orhun hurufatlı yazılar, metinler pek bulunamıyor ve en eski Türk yazısı olarak, Orhun, Yenisey kitabelerindeki yazıyı buluyor ve orada kalıyorduk. Hun Türklerinden kalan bazı eşyalardaki yazılar da maalesef henüz okunamadı. Altın Elbiseli Adam'ın mezarında bulunan iki satırlık yazı, Orhun yazısının en az 2500 yıl önce de kullanılan bir Türk yazısı olduğunu ortaya çıkarmış bulunuyor. Esik'te kazılar, araştırmalar devam ediyor. Civarda, son zamanlarda ve daha önce açılan bazı mezarların bomboş olduğu görüldü. Altın Elbiseli Adam'ın mezarından çıkan hazineyi gördükten sonra, o mezarların niçin bomboş olduğunu anlamak zor değildir.

Altın Elbiseli Adam'ın mezarı ortaya çıkınca, Asya ve Avrupa'daki birçok Türkolog ve tabiî kendi bilim adamlarımız, AlmaAta'ya gittiler ve o eşsiz belgeleri yerinde incelediler. M.Ö. 5. yüzyılda yaşayan bu tiginin kimliğini tespit edemediler ama, bunun bir Türk prensi olduğunda, Türk kökenli Saka'ların hükümdarı olduğunda birleşmiş bulunuyorlar. Japon ve Çin bilim adamları, kendi ülkelerinin televizyon kurumları ile işbirliği yaparak "İPEK YOLU" adıyla bir belgesel hazırlamışlardı, iki yıl kadar önce Türkiye'de de büyük bir ilgiyle seyredilen bu dizide, her bölümün başında, Altın Elbiseli Adam'ın altın elbisesi baş görüntü olarak sunuluyordu. Tarihçiler, Altın Elbiseli Adam'ın adını elbette bir gün öğreneceklerdir. O zamana kadar onu "ALTIN ELBİSELİ ADAM" olarak anmaya devam edeceğiz.

ALTIN ELBİSE

Isık Göl'de, bir Türk prensinin mezarından çıkarılan altın elbise. Adı bilinemeyen Türk Tigini, bu altın zırhından dolayı "Altın Elbiseli Adam" olarak anılıyor. Onun bir Türk Prensi olduğunu aynı mezarda bulunan bir kabın üzerindeki yazılardan anlıyoruz.

İLK TÜRK YAZISI

Altın Elbiseli Adam'ın mezarında bulunan gümüş kabın üzerindeki bu iki satırlık yazı, bilinen ilk Türk yazısıdır. Orhun anıtlarında gördüğümüz harflerle yazılmıştır ve M.Ö. V. yüzyıla aittir.
“Tigin 23'ünde öldü, Işık halkının başı sağ olsun.”

* Türklerin geçmişine uzanan zaman tünelini aydınlatan ışık.

* Bir tabağın üzerinde bulunan iki satırlık yazı Türkçe idi ve günümüzden 2500 yıl önce yazılmıştı.

Yorumlar