RAKKA VE ORTA ANADOLU EKSENİNDE BIR OYMAĞIN TARİHİ (CERITLER)
Baki Yaşa ALTINOK
Araştırmacı-Yazar
ÖZET
Anadolu'daki Türkmen oymaklarından "Cerit" oymağının tanıtıldığı bu yazıda,
Ceritlerin yaşam biçimleri, örf ve adetleri, gelenek ve görenekleri hakkında
bilgiler bulacaksınız. Ayrıca Ceritlerin sözlü geleneklerini de manzum olarak
bu yazıda bulabilirsiniz. Ceritler 1692 yılında yaşamış Urfa ve civarında
yaşamış, 19. yüzyılda Anadolu'nun çeşitli yerlerin de iskanları tamamlandı.
ABSTRACT
Cerit clan, one of the Turcoman tribes in Anatolia, their life style, customs,
traditions, and conventions are given. The verbal traditions of the Cerits are
provided through poems. Cerits lived in Urfa and in the surrounding settlements
and their settlement process in various parts of Anatolia came to an end in the
19. century.
Orta Asya'dan gelip Anadolu'yu yurt tutan 230 oymak, 1500'u aşiret ve 5800'ü de
cemaat olmak üzere 7230 dolayında Türkmen oymak, aşiret ve cemaat bulunmaktadır.
Kırşehir ve yöresini yurt tutmuş irili ufaklı 450 Türkmen aşiretinden biride
Oğuzların bozok koluna mensup Beydili boyudur. Dulkadirli Beyliğini teşkil eden
cemaatlerin çoğunluğu Bayat, Avşar ve Beydili boylarında idi. 1520 - 1570
tarihlerinde Beydili, aralarında Ceridlerin de olduğu bir çok obayı
barındırmaktadır.(1)
Anadolu'ya geldikten sonra şimdiki Şanlıurfa’nın Karacadağ yöresinde ilk önce
Akkoyunlu devletine, daha sonra da Dulkadir beyliğine bağlı olan Beydilli,
Bozulus'un 1613'de dağılması üzerine, bir kolu Gaziantep, Maraş, Kayseri
üzerinden, diğer bir kolu da Toroslardan Adana, Karaman, Aksaray’ı takip ederek
Kırşehir merkez olmak üzere tekrar Orta Anadolu'ya ulaşmışlardır. (2)
Yerleşik düzene geçmiş hâlkın şikâyetleri üzerine 1690-1691 yılında Beydili
boyu, bütün obaları ile birlikte şimdiki Suriye bölgesine sürülmüşlerdir. Rakka
bölgesindeki köyleri harap eden yağmacı Tay ve Urban Araplarına karşı
Anadolu'daki Beydili obalarını Belih ırmağının Harran altındaki Akça-Kale'den
Rakka'ya kadar uzanan bölgeye yerleştiren Osmanlı, Beydili ile diğer bir çok
oymakları da Urfa'nın doğusundaki Colab ırmağı kıyıları ile Boz-âbad ve Urfa'nın
diğer bölgelerine yerleştirdi. Böylece kendisine boyun eğmeyen bu Türkmenlerden
kurtulmuş oldu. (3)
Musacalu, Cerid, Avşar, Köşekli, Boynuinceli ve Karacayurt Türkmen oymakları da
bunlar arasındaydı. Devlet sert ve ciddi tedbirler almasına rağmen, bütün bu
oymaklar aynı yıl içerisinde Anadolu'ya geri kaçtılar. Çünkü bu bölgeler, Türk
oymaklarının yerleşebileceği Anadolu'daki serin yaylaların coğrafi yapısında
bir yer değildi. Toprağı verimsiz kuru ve susuz olduğu gibi, kavurucu çöl
sıcaklarının hüküm sürdüğü bir yerdi. Rakka bölgesi Arap kabileleriyle
Türkmenler arasında geçen savaş türküleriyle dolu olduğu gibi, Türkmen
oymaklarının adeta bir sürgün yeri idi. (4)
Bu sürgünde en büyük ıztırabı Beydili ve ona bağlı oymaklar çekmiştir. Yine bu
olaya dair acı hatıralar, Kırşehir başta olmak üzere Keskin yöresinde hâla
yaşatılmaktadır. Aşağıdaki türkü bunun acı bir kanıtıdır.
Toplandık aşiret geldik Colab'a
Başmızda esen boran değil mi?
Şahin Bey, Karaca konduk yanyana
Hacı Ali'nin yurdu Seylan değil mi?
Urumdan öteye yığnak düzüldü
Aşiretler isim isim yazıldı
Koca Berk Ağa'nın bendi bozuldu
Cerit onu tozlu duman değil mi?
Kurt Karaca Ulaşlı'nın beyine
O da kondu Şahin Bey'in sağına
Firkat girdi Ağca-Kale dağına
Yusuf Paşa cana kıyan değil mi?
Misis'ten göçünce Irakka yolu
Anavarza üstü Bayındır eli
Perişan düştü de koca Badili
İstanbul belimiz kıran değil mi?
Süleyman’ım haymalarım kurulsun
Çekilsin sancaklar aşret derilsin
Gündeşlioğlu destan olsun çığrılsın
Firuz Bey'in yurdu Ören değil mi?
1696'da ikinci kez Rakka'ya sürgün edilen Türkmenler, şimdiki Suriye çöllerinin
sıcağına dayanamayıp tekrar Anadolu`ya geri kaçtılar. Rakka beylerbeyi Ahmed
Paşa Türkmenlerle baş edemeyince görevinden alındı ve Bozok-Çorum sancak
beyliğine atandı. Rakka valiliğine "Başkomutan" payesi verilen Anadolu müfettişi
Yusuf Paşa tayin edildi.
Yusuf Paşa, büyük bir askeri birlikle yerlerini terk eden Türkmenleri Rakka'ya
geri göndermek için harekete geçti. Yusuf Paşa, Kadıoğlu namıyla bilinen
Kürtlerden Bektaş Bey'in oğlunu Türkmenlere gönderip "Rakka'- ya iskan
giderlerse ne ala, gitmezlerse padişahtan gelen ferman gereği hepsinin kılıçtan
geçirileceğini" bildirdi.
Rakka'ya iskan edilmeyi reddeden Beydililer düzenli Osmanlı ordusunun üzerlerine
geldiğini görünce direnmek için isyan ettiler. Yusuf Paşa'nın kuvvetleriyle
savaştılar. Beydiliye destek veren Mamali aşiret reisi Deveci Ali ile Paylı
namıyla bilinen Rişvanli Halil Bey'in arasına nifak sokan Yusuf Paşa, Payli
Halil Bey'e Mamali aşiret reisi Deveci Ali'yi tuzağa düşürtüp öldürttü. (5) İç
çekişmelerden zayıf düşen Beydili aşireti Yusuf Paşa'ya yenildi. XVII yy.
Türkmen aşiretleri arasında yaşayan Ozan Budala bu olayı şöyle dile getirmiştir.
Seksen bin haneyle isyan edince
Anadolu benim dedi Beğdili
Kadoğluyla Yusuf Paşa gelince
Paylı Mamalı'yı vurdu Beğdili.
Kara bayrak salak kanlı salaca
Aşiretin ucu vardı Maraş'a Y
etişti imdada beğ Kurd Karaca
Zor ile yollara durdu Beğdili.
Davullar döğündü çekildi sancak
Koç yiğit atına bağlandı ponçak
Deveci Ali öldü kırıldı kolcak
Eylenip Colap'ta kaldı Beğdili.
Ali Beyim on batman gürz atardı
Kurd Karaca bir orduya yeterdi
Cerid Bekir al kanlara katardı
Nice alayları yardı Beğdili.
Suluca Karahöyük belli yurtlan
Aldı beni Beğdili'nin dertleri
Çöle düştü Beğdili'nin kurtları
Rakka çölünün kurdu Beğdili.
Taylı uğrun uğrun çaldı kalemi
Urbanoglu Yusuf Paşa gulamı
Beğdili'nin name tuttu alemi
Zorunan Rakka'ya vardi Beğdili.
Budala'm der ne olacak hâlimiz
Ara yerde telef oldu elimiz
Bundan sonra Rakka'dır yolumuz
Rakka'ya sürgün oldu Beğdili.
Şiirde adları geçenlerin dışında, bu dönemde Beydili içindeki obaların başında
tespit edebildiğimiz şu beyler bulunuyordu. Firuz Bey oğlu Şahin Bey, Cafer Bey,
Kenan Bey, Kurd Bey, Ömer Bey, Hasan Bey, Murtaza Bey, Ganem Bey, Karakoyunlu
Battal Bey. İsyanın elebaşıları olduğu bildirilen otuz Türkmen beyi idam edildi.
(6) İdam edilenler arasında Şahin Bey'in olduğunu şık Süleyman şu mısralarla
dile getirmektedir.
Yusuf Paşa tuğlu fermanlı vezir
Sâf tutmuş ordusu emrine hazır
Bağlandı derbentler bulundu kusur
Uyan Şahin Beyim dön bak ardına
Hoyrat girdi aslanların yurduna.
Duman almış şu görünen dağları
Zalim kırmış goncaları gülleri
İpe gitti obaların beyleri
Uyan Şahin Beyim dön bak ardına
Hoyrat girdi aslanların yurduna.
Hilibaz feleğin bize mi kasti
Aslana sığarmı tilkinin postu
Aşiret direği kara gün dostu
Uyan Şahin Beyim dön bak ardına
Hoyrat girdi aslanların yurduna.
Rakka'dan Colab'a döküldük yola
Kesilen kelleler gelmiyor dile
Suçumuz ne idi sürüldük çöle
Uyan Şahin Beyim dön bak ardına
Hoyrat girdi aslanların yurduna.
Süleyman’ım ne olacak hâlimiz
Urumeli bekler oldu yolumuz,
Kırıldı belimiz Firuz Beyimiz
Uyan Şahin Beyim dön bak ardına
Hoyrat girdi aslanların yurduna.
Bazı Türkmen beylerini yanına çeken Yusuf Paşa, Beydilileri önüne katarak mal,
yiyecek ve davarlarıyla birlikte tekrar Rakka'ya sürgün eyledi. Halk bu konuda
şöyle bir destan anlatır.
Türkmen beyleri kılıçtan geçirilmiştir. Bu sırada kocası öldürülen Beydili
aşiret reisinin hanımı üçüz oğlan doğurmuştur. Çocukların öldürüleceğinden
endişe duyan kadın, sürgüne gitmeden önce çocukları dağdaki bir mağaraya
götürür bırakır. Bir kaş yıl sonra Beydili aşireti sürgünden eski yurtlarına
döner. Kadın, hizmetçisi kadınla birlikte çocukları bıraktığı mağaraya gider,
gördüğü manzara karşısında gözlerine inanamaz. Üç oğlu da ellerinin baş
parmağını emerek sıhhatli bir şekilde yaşamaktadır. Çocukların kimler tarafından
korunup beslendiğini öğrenmek isteyen kadın, bir kenara gizlenir beklemeye
başlar. Gun batarken bir kurt ağzında yiyecekle gelir ve çocukları besler. Üç
oğlunu alıp çadırına dönen ana, karayağız kıllı oğluna Kurd Karaca, İnce uzun
sırım gibi oğluna Cerid, kafası iri boynu ince oğluna da Boynuince diye isim
verir. Daha sonra Türkmen obaları içinde bu üç kardeşin obaları,
'Boynuinceli', Karacakurd' ve 'Cerid' olarak anılır. Konumuz olan Ceritler'in
soyunun bu koldan geldiği söylenir. Ozan Kul Sadun, Rakka'dan Anadolu'ya
gelenlerden aşiretleri şöyle sual eder.
Rakka çöllerinde gelen gaziler
Acep Karacayurt geri döndü mü?
Yenile bit haber duydum oradan
Cerid Bekir oldu derler oldu mu?
Cerid Bekir öldüyse kırıldı kilit
Çöktü üstümüze bit kara bulut
Köçekli Kerim'le, Bayındır Halit
Kolu bağlı cellatlara durdu mu?
Kul Sadun'um bize çok oldu cefa
Hükmümüz geçerdi şu kaftan kafa
Ulaşlı'nın oğlu Hacı Mustafa
Alayları bölük bölük böldü mü?
Suriye'nin Halep vilâyeti Rakka ilçesine sürgün edilen Türkmenler'in Cerit
oymağı, çölün sıcağına dayanamayıp Orta Anadolu'daki eski yurtlarına dönmeyi
arzulamaktadır. Bu sırada Osmanlı idarecilerine sırtını dayayan Urban
Araplarının reisi Ceritler'den Fettah Beyi'n kızına talip olmuştur.
Rakka'dan Toroslara, oradan da Kırşehir’e doğru yola çıkan Silsüpüroğlu
aşiretinin mensup olduğu Ceritler, önlerine çıkan Urban Araplarını yenip
yollarına devam etmişler. Antakya Reyhanlı Türkmen beylerinden Mürseloğlu
namıyla bilinen bir bey, Ceritlerden yol geçit parası istemiştir. Fettah Bey'in,
biz fakir aşiretiz paramız yok demesi üzerine Mürseloğlu, paranız yoksa
Ceritlerin güzel kızları olur, para yerine kız verin demiş. Fettah Bey, biz
Araba kız vermemek için nice savaşlar verdik deyip öneriyi reddetmiş ve savaşa
başlamıştır. Kul Sadun, bu olay şöyle dile getirmiştir. (7)
Gel edek gavgayı etme bahane
Kuzgunun cırnağı değmez Şahana
Mürseloğlu sığdırmazlar cihana
Kolu bazlı delilerim var iken.
Döndün mü dönesi benden yüzünü
Fettah beyim kara yazar yazını
Mürseloğlu ister Cerit kızını
Aslan gibi yiğitlerim var iken.
Kul Sadun'um seçelim mi yozları
Dar edeyim şu konduğun düzleri
Sana yar olur mu Cerit kızları
Gözü kanlı Ceritlerim var iken.
Mürseloğlu'nu yenilgiye uğratan Ceritler, yolda Fettah Bey'i yitirmelerine
rağmen, yollarına devam etmişlerdir. Fettah Bey'in ölümü aşirette derin
üzüntüye neden olmuş bir çok ağıtlar söylenmiştir.
Atım var atlar içinde
Demir nalları kıçında
Eller göç etti gidiyor
Fettah Bey'im yok içinde.
Bu sırada, Osmanlı yöneticileri tarafından kandırılan Avşarlar, Ceritler'in
onunu kesmek için Nizip yakınlarında pusu kurmuşlardır. Osmaniye-Bahçe ilçeleri
arasında Ceritler'i takip eden Avşarlar, Ceritler'e saldırmış, çıkan kavgada
Avşarlar büyük kayıplar vermişlerdir. Avşarlar buraya hâlen "Kanlı Geçit"
demektedirler. Ozan Dadaloğlu kavgayı şu dizelerle dile getirmiştir. (8)
Cerid'in göçü de üğründü geldi
Avşar'ın gafleti sinemi deldi
Gözü kanlı yiğit komadı kırdı
Boz Kartal'a pay pay oldu ölümüz.
Cerid'in uyluğu duruyor atta
Avşar'ın hopuru çıktı Yarsuvat'ta
Biz bu öğüt ile kurtulmak dertte
Nerde kaldı akıllımız delimiz.
Dadaloğlu bu iş böyle olmadı
Akıllımız delimize uymadı
Bre Cerid burda yerin kalmadı
Urumeli Kırşehir’dir yolunuz.
Galip gelen Ceritler, Kırşehir başta olmak üzere Orta Anadolu'ya gelip
yerleşmişlerdir. Türkmenler'in Cerit oymağına mensup Ozan Kul Yusuf bu olay
aşağıdaki dörtlüklerinde bize şöyle aktarmıştır.
Cerid Rakka'dan sökün edince
Açılsın Urum'a yolu Cerid'in
Silsüpüroğlu Fettah Beyim ölünce
Kırıldı kanadı kolu Cerid'in.
Toplansın aşiret birlik olalım
Biz bir zaman Elbeyli'den kalalım
Konuşalım bir karara varalım
Bozulmadan gitsin eli Cerid'in.
Yüz atlımız daim ileri gitsin
Sağına soluna çok dikkat etsin
Pılışka vermeden menzile yetsin
Ziyarette açsın yolu Cerid'in.
Sineği çok Nizip ovasına varmayın
Pusu vardır Şar dağına girmeyin
Urbanoğlu kız istiyor vermeyin
Koklatman yadlara gülü Cerid'in.
Koç dağına çıkdığımız duyarlar
Her tarafa çaşıt pusu kurarlar
Mürseloğlu seni neye sayarlar
O zaten ezelden kulu Cerid'in.
Seyfe'nin karşısı koca cebeldir
Cebeli aşınca seyfü seferdir
Yüz atlımız bin atlıya bedeldir
Dönerse silaha eli Cerid'in.
Pusuya düşmeyin düz edin yolu
Sıcağa vurmayın evlad ayali
Varıp konacağın Kırşehir eli
Keskin'de yayılır malı Cerid'in.
Ali Bey'in pek tatlıdır sözleri
Fettah Bey'in köşek gibi gözleri
Burnu hızmalı da Cerid kızları
Deli etti Kul Yusuf'u dili Cerid'in.
Cerit aşiretinden Silsüpüroğlu Fettah Bey'in oğulları bir müddet Orta
Anadolu'da kaldıktan sonra devlet tarafından tekrar Toroslara sürülmüşlerdir.
Ceyhan yöresinin havasını beğenmeyen Fettah Bey'in oğlu Ali Bey, kardeşi
Mithat'tan ayrılarak Yozgat'ın Müminli köyüne yerleşmek istemiştir. Buna rıza
göstermeyen yöre hâlkı olayı Çapanoğlu Ali Rıza Bey'e şikâyet etmişler,
Çapanoğlu, Silsüpüroğlu Ali Bey'e bölgeyi derhâl terk etmeleri için bir mektup
yazmış, mektubu kendisine bağlı 50-60 kişilik bir kolluk kuvvetiyle
göndermiştir. Mektubu getiren Çapanoğlu'nun adamları tehditkar bir tavırla,
"Derhâl burada dağılın" diye ihtarda bulunmuşlar. Ali Bey de, "Biz unlu bir
aşiretiz eskiden beri buralar bizim babalarımızın yurdu, biz yurtsuz yuvasız
kimseler değiliz, Çapanoğlu’na söyleyin bize bir yer göstersin de orada
oturalım." demiş ise de gelen adamlar "Biz sizi dağıtmasını biliriz" deyip Ali
Bey'in üzerine yürümüş, Bunu gören Ali Bey ve adamları kilylarına sarilip
bunlan perişan etmişler. Kanlı çarpışmadan kaçıp kurtulanlar durumu
Çapanoğlu’na haber vermiş, Çapanoğlu büyük bir kuvvet yollayarak "Bunları bu
bölgeden atın darmadağın edin" demiş, Bir kaç gün sonra Müminli köyüne gelen
Çapanoğlu'nun adamları, Silsüpüroğlu Ali Bey'in Denek dağının Kuşburnu
yaylasına gittiğini öğrenince, Ali Bey'i takip edip kuşatıyorlar. Bir kaç yüz
adamıyla kavgaya giren Ali Bey, önüne kattığı Çapanoğlu'nun kuvvetlerini kıra
kıra Delice ırmağının yakınındaki Azgın dağına kadar takip etmiştir. (9)
Ali Bey, Kuşburnu yaylasında iken Köşekli aşiretiyle birleşip Çapanoğlu’nun
kuvvetlerini bir ziyafet esnasında basıp perişan etmiş, kaçanlardan ilk varanlar
Çapanoğlu’na durumu olduğu gibi anlatmışlar, ikinci kol ise Çapanoğlu’na
yaranmak için hiç bir şeyden habersiz yaşlı Köşekli Kadir Bey'i öldürüp başını
da bir Çapanoğlu’na getirmişlerdir. İki tarafı da dinleyen Çapanoğlu, gerçeği
öğrenince ihtiyar Kadir Bey'in başını getiren gruba "Yaşlı bir adamı öldürmek
erkeklik değil." deyip hepsinin oracıkta başını vurdurmuştur. (10)
Kendisi için tehlikeli gördüğü Silsüpüroğlu Ali Bey'i Padişaha şikâyet eden
Çapanoğlu, bir bahane ile aşiretin bu bölgede sürgün edilmesini Padişaha arz
etmiştir. Şam'daki isyanı bastırmakla görevlendirilen Ali Bey, Padişahın
gönderdiği fermam alınca derhâl yola koyulmuş, dam isyanın bastıran Ali Bey ve
aşiretinin beğendiği topraklarda oturmasını padişah o günden sonra serbest
bırakmıştır. Silsüpüroğlu Ali Bey'in başkanlığında eski yurtlarına dönen
Ceritler, Kırşehir’in Hamit köyü merkez olmak üzere Keskin ve civarını yurt
tutmuşlardır. Bir Türkmen topluluğu olan bu aşiret, tarihte bir çok ünlü
adamlar çıkartmıştır. Bunlardan birisi de Hamit'li Rıza Bey'dir.
Bu sırada toplu ölümlerin olduğu bir hastalıktan Silsüpür Ali ve Mehmet beyler
vefat etmiş. Mehmet Bey'in hanımı ve Köşekli aşiret reisi Hamza Bey'in bacısi
Hüsne kadın ölen beyler ve yetim kalan oğlu Halil için şu ağıdı yakmıştır.
Şu görünen bebrininin höyüğü
Ali bey, Mehmet bey aşret büyüğü
Kara kaş altında sırma bıyığı
Ağlatman Halil'imin Türkmen anasın.
Pencereden düşen ayın ışığı
Irgalanır Halil'imin beşiği
Bu yıl beylerde mi olum keşiği
Ağlatman Halil'imin Türkmen anasın.
Bakın gözümün yayına
Keklik olup ötüşüme
Ağa yarim at oynatır
Şu dağların yokuşuna.
Öremedim dor atının örkünü
Sayamadım ben beyimin kırkını
Sandığa bastım da samur kürkünü
Ağlatman Halil'imin Türkmen anasın.
Yüce dağ başında bir kuzu meler
Kuzunun firkatı bağrımı deler
Halil'im pek küçük kim çözer beler
Ağlatman Halil'imin Türkmen anasın.
Acı poyraz esti kokumu soktu
Bir tek dikmemin de boynunu büktü
Aşiret içinde lift beyler tekti
Ağlatman Halil'imin Türkmen anasın.
Evimizin onu kulluk
Siyah saçım örgü belik
Kurban olam anam bacım
Yakışırmı bana dulluk.
Değirmene varsam nöbet alamam
Dilim varıp beyler oldu diyemem
Başım sığıp konaklara giremem
Ağlatman Halil'imin Türkmen anasın.
Beyimin bıyığı karalı simden
Camadan giymiş de sırf safi yünden
Hevesim almadım şu ölen beyden
Ağlatman Halil'imin Türkmen anasın.
Al elma dalında san zerdali
Bulamadım yapışacak bir dalı
Halil'im küçük te Urhuya'm yeni
Ağlatman Halil'imin Türkmen anasın.(11)
Ağıtta adı geçen Halil Bey, Ankara valisi Muhittin'i yakalayıp Atatürk'e
gönderen Hamitli Rıza Bey'in babasıdır.
Hamitli Rıza Bey
Hamit'li Rıza Bey'in babası şair Halil Bey, Cerit aşiretinden Silsüpüroğlu
Mehmet Bey'in oğludur. Anası Köşekli aşiretinden Hamza Bey'in bacısı Hüsne
kadındır.
Halil Bey (1274 ) 1858'de Kırşehir’in Hamit köyünden doğmuş ve 5 yayında köy
hocasına giderek okuma yazma öğrenmiştir. Kırşehir eşrafından olan dayılarının
yanında Kırşehir Rüştüyesinde tahsilini tamamlayıp Akpınar köyünden Ali Efendi
namıyla bilinen değerli bir hocadan icazet aldıktan sonra baş tahsildar olarak
vazife yapan Halil Bey, 7 si oğlan biri kız olmak üzere 8 çocuk sahibidir.
Çocuklarından ilki unlu Hamit'li Rıza Bey'dir. Kurtuluş Savaşında Mustafa
Kemal'in önderliğindeki milli uyanışı boğmak isteyen İstanbul hükümeti,
Anadolu'daki bazı illerin valilerini bu iş için görevlendirmiştir. İstanbul
hükümetinden aldığı direktiflerle Ankara'ya donen Vali Muhittin, 1919
Eylülünün ilk günlerinde teftiş bahanesiyle Hacıbektaş’a gitmiş, Çelebi
Cemalettin Efendi ve Bektaşî babalarının Kuva-yi Milliye taraftarlığında
caydıramayacağın anlayınca Çorum'a geçerek forum Mutasarrıfı Samih Fethi Bey ile
Kastamonu'daki 58 piyade alay komutam Mustafa Bey'i kandırmayı başarmıştı. 14
Eylül 1919 günü, İstanbul Hükümeti Dahiliye Nazırına bir bir telgraf yollayan
vali Muhittin, topladığı kuvvetlerle Ankara'nın basılabileceğini bildiriyordu.
Ankara valisi Muhittin Paşa'nın faaliyetlerinden haberdar olan Mustafa Kemal,
Ali Fuad Paşa'dan vali Muhittin'i tutuklamasını istemiş, Fuad Papa Hacıbektaş’a
giden valiyi Albay Osman'a takip ettirmişti. Kolordu Komutanlığına vekalet
eden Mahmut Bey'le haberleşen Fuad Papa, vali Muhittin'in mutlaka yakalanıp
Sivas'a yollanması gerektiğini bildirmiştir. (12)
Ankara'ya dönme karan alan vali, Çorum'dan ayrılarak 19 Eylül 1919 da
Sungurlu'ya gelmiş, oradan da Keskin'e geçmişti. Keskin'le Elmadağ arasındaki
Kılıçlarbeli'nde pusu kuran Kırşehir’in Hamit köyünden oturan Kuva-yi Milliye
reislerinden Hamit'li Rıza Bey'in Müfrezeleri vali Muhittin'i tutuklayıp Sivas'a
göndermiştir. (13)
1879 yılında Kırşehir’e bağlı Hamit köyünden dünyaya gelen ve amcasının kızı
şemsi hanımla evlenen Hamit'li Rıza Bey, Arapça-Farsça biliyordu. Rıza 8ey, 1919
Mebusan Meclisi seçimlerinde mebus çıkarak İstanbul’a gitmiş, Büyük Millet
Meclisinin Ankara'da açılması üzerine Kırşehir milletvekili olarak katılmış,
Milli Müdafaa Encümeni üyeliği görevinde bulunmuştur. Kardeşi Haydar Bey ile
birlikte beş yüz adamıyla Birinci İnönü Savaşına katılan Rıza Bey, bu savaşta
büyük yararlıklar göstermiştir. Savaş sonrası Rıza Bey'in adamlarından Hüseyin
ve Alişan adli kişiler Kırıkkale'nin Cerid Kalesi koyunu basıp hâlkın altın ve
kıymetli eşyasını gasbetmişlerdir. Köy hâlkı Ankara İstiklal Mahkemesine
başvurarak bu işi Rıza Bey'in yaptırdığını, ayrıca Rıza Bey'in Acı adli
çiftliğine katır satın almaya gelen doğulu kişilerin Şeyh Said'in adamları
olduğunu bu münasebetle Rıza Bey'in devlete isyan eden Şeyh Said'le işbirliği
yaptığı doğrultusunda şahitlik etmişlerdir. şevket Süreyya Aydemir cezaevinde
beraber kaldığı Rıza Bey'i özetle şu sözlerle tasvir eder. "Aslında bir
köylüydü. İri, heybetli, kara bıyıklı ve iyi huylu bir adamdı.... Padişahın
Ankara valisini kendisinin dağa kaldırdığını, Atatürk’e Ankara yolunu açtığını
ve onu Çankaya'ya kendisinin oturttuğunu söylerdi. (14)
Bir müddet sonra Mustafa Kemal'in karşısındaki grupta yer aldığı iddiasıyla
suçlanan Hamit'li Rıza Bey, 11.1.1926 yılında huzursuzluk yaratan suçlarla
itham edilerek, Ankara İstiklal Mahkemesinin kararıyla idam edilmiştir. (15)
Düşündüğü gibi konuşan, saf, başarıların siyasal ranta dönüştürmesini bilmeyen
Hamitli Rıza Bey, savaş sonrası vali Muhittin gibilerinin ihtiraslarının
kurbanı olmuştur. Derinlemesine incelenirse onun akibeti, bir Türkmen beyi olan
Dulkadırlı Şehsuvaroğlu Ali Bey'in akibetiyle benzerlik gösterir.
Şair olan ve 1949 yılında vefat eden Hamit'li Halil Bey, oğlu Rıza Bey'in
idamını şu içli mısralarla dile getirmiştir.
Yalan dünya senden lezzet almadım
Daim ağu kattın aşıma felek
Her daim ağlattın bir dem gülmedim
Hiç bakmadın gözüm yaşına felek.
Rıza Bey sehpada vasiyet etmiş
şu mektubu evime versinler demiş
Uzatmış urgana boynunu vermiş
Daha ak düşmeden saçıma felek.
Asla idamıma hiç üzülmeyin
Siz beni de oldu diye bilmeyin
Kaleli nesline selam vermeyin
Kalleşi çıkardın karşıma felek.
El bilir değilim haini vatan
İstiklal uğrunda ilk adım atan
Şehit olsun kalem zaptımı tutan
Yalan yafta taktın döşüme felek.
Cumhuriyete muhâlif bir iş görmedim
Alçaklıkla namusuma leke sürmedim
Ailem şerefine hâlel vermedim
Şehit namazı düştü şanıma felek.
Demişler isyana hazır duruyor
Şeyh Said'e iştirake varıyor
Dört alçak Kaleli şehit oluyor
Yalan yafta taktı döşüme felek.
Yüz bin felaketle günüm geçirttin
Nimet deyi bana zehir içirttin
Yıktın evim ta temelden göçürttün
Darbeler indirdin başıma felek.
Türküm Türk’ün imdadına yeterken
Adım adım terakkiye giderken
Vatanıma sadık hizmet ederken
Bu idler gelmezdi düşüme felek.
Üç dört alçak ittifak eylediler
Zamanında bende yardım gördüler
Bir isyana meyli vardır dediler
Bu yalan gitmedi hoşuma felek.
Kuva-yi Milliye'yi ben icat ettim
Beş yüz atlı ile harbe ben gittim
Hilafet valisin ben esir ettim
Bunları yazın mezar taşıma felek.
Kardeşlerim olduğumu bildirtmen
Şerefinizi üstünüzden kaldırtman
Düşmanları kendinize güldürtmen
Hainler karıştı mime felek.
İnkılapta hizmet aranmaz oldu
Hakikat aranıp bulunmaz oldu
Kim vurduya gitti bilinmez oldu
Vatana bir Rıza aramak boşuna felek.
Suçlu olsam buna razı olurdum
Elbet hâlasıma çare bulurdum
İsteseydim döğüşerek olurdum
Hilebaz karıştı işime felek.
Yine sarpa uğrattılar yolumu
Vatanıma feda ettim oğlumu
Akibet sehbada gördüm olumu
Haksızı düşürdün peşime felek.
Dünya bir fırıldaktır dönüyor
Hanümanlar harap olup sönüyor
Olum kuşu her kapıya konuyor
Zehir kattın tatlı aşıma felek.
Halil der inkılap sehpa kuracak
Takdiri ilâhi böyle olacak
Rıza’nin hizmetin vatan bilecek
Hiç bakmadın gözüm yaşına felek. (16)
Silsüpüroğlu Mahir ve Karaca Bey
Cerit, Silsüpür aşiretinden Hacı Hasan Bey'in oğlu Karaca, 1919'larda askerden
firar edip başına topladığı bir kaş adamıyla amcasının oğlu Mahir ile birlikte
eşkıyalığa başlamıştır. Kendisini takip eden müfrezelerden birini ayak
bileğinden vurmuş, müfreze Kırşehir’e oturulurken kan kaybından ölmüştür.
Karaca'yı bir türlü ele geçiremeyen yetkililer, Çerkezlerden ve Kürtlerden bazı
kişileri Karaca'nın atlısına katarak yakalamak istemiştir. Amcaoğlu Mahir'in
ikazlarına, Çerkezler bize bir şey yapamaz deyip kulak asmayan korkusuz Karaca
Bey, Mahir ile birlikte dürbünle etrafı kolaçan ettiği bir sırada Kırşehir
Karahıdır köyü yakınlarındaki Buzluk dağında bu Çerkezler tarafından arkadan
vurularak öldürülmüşlerdir. Karaca'nın vurulduğunu gören atı cenazelerin
yanına kimseyi yaklaştırmadığı için devlet, atını vurduktan sonra cenazeleri
Keskin'e getirmiş ve asker kaçağı olduğu için cenazeleri ailelerine
vermemiştir. Avanoğlu köyünden bir kişi Karaca Bey'in yüzük ve köstekli
saatini taşıdığı için, adi bu olaya karıştığı gerekçesiyle, Karaca'nın kardeşi
Fakı Mehmet tarafından köyünden alınarak köy çıkışında vurularak öldürülmüştür.
Karaca ve Mahir için yakılan ağıt:
Şu görünen kahpe Buzluğun dağı
Al kana boyanmış köyneğin ağı
Vurulmuş diyorlar Hamit'in beyi
Alman vurdular ona yanarım.
Sabahleyin kalktım yerler alaca
Satın al atımı verin ilaca
Biri Mahir idi, biri Karaca
Alınan vurdular ona yanarım.
Bir odası vardır boyraza karşı
Şen olur Karaca beyin gezdiği çarşı
Nerde Karaca'nın Mahir'in naaşı
Alınan vurdular ona yanarım.
Maşallah mıskasın boynuna takmış
Çifte mavzerini dalma asmış
Kırşehir, Keskin seyrine çıkmış
Hamitli beyini vurdular ona yanarım.
Sabahleyin kalktım yerler yaşımış
Dürbününü boğazında taşımış
Seni vuran Çerkez ne kalleşimiş
Alınan vurdular ona yanarım.
Atlarım bizim ata kattılar
Tüfekleri çalılara takdılar
Karaca'mı Mahir ile vurdular
Alınan vurdular ona yanarım.
Sicim bıyık, kara kaşın eğerek
Her indiği yerde kuzu yiyerek
Çerkezler vurmuşlar beyim diyerek
Alınan vurdular ona yanarım.
Dünyada iltifat etmen Çerkeze
Gâyet kalleş olur koyman merkeze
Gafil ölüm tesir etti herkese
Alınan vurdular ona yanarım.
Teyzen döşşek döksün, bibin de yorgan
Seni vuran Çerkezlerde sizlere kurban
Daha evlenmedi Karaca'm ergen
Alınan vurdular ona yanarım.
Kuzu bizim amma bize vermezler
Aradaki muzuları görmezler
Yiğitlerin kıymetini bilmezler
Alınan vurdular ona yanarım.
Üç kağnıyı arka arkaya düzdüler
Karaca'mın tebdilini bozdular
Çukurları mezar diye kazdılar
Alınan vurdular ona yanarım.
Çerkezler de pusu kurmuş başıma
Hiç acımaz kurşun atar peşime
Kadınlar ağlaşır vurur döşüne
Alınan vurdular ona yanarım.
Mavlâm kahreylesin Çerkez surusun
Hiç komasın şu alemde birisin
Elleri kırılsın, kani kurusun
Alınan vurdular ona yanarım.
Söyleyin Silsüpür beyleri gelsin
Bulsun Çerkezleri ahımı alsın
Aşiret ağlasın yavrular yansın
Alman vurdular ona yanarım. (17)
Karalı haber de köye duyuldu
Aşiretler bar araya derildi
Gıran geldi bizim beyler kırıldı
Doldur mavzeri de çalam düşmana
Emmim oğlu düşmeyelim pişmana
Yılanlı deresi on sekiz koyak
Karaca'm açmadı bar telli duvak
Alişan Bey derki Karacayı bulak
Doldur mavizeri çalam düşmana
Düşmeyelim emmim oğlu pişmana.
Beyleri vurmuşlar derbent başında
Karaca'm da daha yirmi üç yaşında
Birinin alnında birinin döşünde
Doldur tüfengi de çalam düşmana
Emmim oğlu düşmeyelim pişmana.
Mahir Bey'de Karaca'nın menendi
Yiğit idi Çerkezlere güvendi
Mevtayı görünce kalbim inandı
Doldur tüfenğimi çalam düşmana
Emmim oğlu düşmeyelim pişmana.
Silsüpüroğlu Yusuf Bey
Hamitli Rıza Bey'in oğlu Yusuf Bey, Fransa'da tahsil gördükten sonra yurda
dönmüş, İstanbul’da şevket Süreyya Aydemir ve arkadaşlarıyla siyasi
çalışmalardan bulunmuştur. Yusuf Bey, bir müddet takipten sonra güvenlikte
sorumlu kişiler tarafından komünizm suçlaması ile göz altına alınır.
Gözaltındaki sorgulama sonrasında gördüğü işkence nedeniyle hastalanır.
Serbest bırakılınca Keskin'e ailesinin yanına gelir. Kısa bir sure hasta
yattıktan sonra 22 Mayıs 1945 yılında ölür.
Oğlu Rıza Bey'in idamı, Torunu Yusuf Bey'in ani olumu, Silsüpüroğlu Halil
Bey'i derinden sarsmıştır. Halil Bey, torunu Yusuf Bey için şöyle
ağlamıştır.(18)
Derûnumda alev ateş yanıyor
Yangıyı yangıya kattı da gitti
Göz bebeğim bir ocaktı sönüyor
Aklımı başımdan aldı da gitti.
Böyle imiş mukadderin yazısı
Hiç çıkarmı yüreklerden sızısı
Riza’dır babası, Yusuf kuzusu
Derdime dertleri kattı da gitti
Viran bağlarda bülbüller ötmez
Hayali asla karşımda gitmez
Yusuf her ülkede türeyip yetmez
Silsüpür şerefini aldı da gitti.
Halil doksan sene hayatta durdum
Nice türlü türlü felaket gördüm
Samur kürklü, kom bıyıklı yiğitler verdim
Yusuf hepisine baş oldu gitti. (19)
Silsüpüroğlu Doğan Gürbüztürk
Urfa, Viranşehir Kaymakamı Doğan Gürbüztürk, Kırşehir Hamit köyünde oturan
Türkmen Cerit aşiretinden Silsüpüroğlu Hüseyin Bey'in oğludur. (1) Viranşehir
Kaymakamı iken, arazi bölüşümündeki çıkar ve rüşvet ağının çökertilmesi için
mücadele ettiği bir zamanda 21.5.1967 pazar günü saat 16 sıralarında muammalı
bir şekilde ölmüştür.(20)
İlçenin Savcısı İbrahim Sönmez'in, Gürbüztürk'ün ölümünden sonra zamanın Adalet
Bakanı Hasan Dinçer'e çektiği telgrafta şöyle demektedir.
- "Dürüstlük timsali hümanist insan örneği ideal arkadaşım kaymakam Doğan'ı
kaybettik. Doğan ve ben gücümüz nispetinde yedirmemeğe çalıştık. Olaylara bizzat
kendimiz koştuk. Bir aile geçimsizliği yüzünden gerçi o intihar etti, onu
intihara çevresi sürükledi. O idarenin ben Adliyenin şerefini koruduk, sizden
tek isteğim bir ağabeyimiz olmanız hasebiyle bu kötü çevreden beni
kurtarmanızdır. Üç gündür gözyaşları içinde uykusuz ve huzursuzum.
Hürmetlerimle." (21)
Gazeteci Fikret Otyam yazdığı kitabının bu konuya ayırdığı bölümünde o günlerde
çıkan gazetelerde bu olay aktararak şöyle vermektedir."Kaymakama rüşvet vermek
isteyen yolsuzluk sanığı 3 memur derhâl tevkif edildi. Urfa valisi Kemal
Gazezoğlu'nun hazine arazilerinin kiralanmasında yolsuzluk yaptıkları
iddiasıyla işten el çektirdiği hazine avukatı 5 memurdan 3'u derhâl tevkif
edilmiştir. Kaymakam Doğan Gürbüztürk ilgililer tarafından tebrik edilmiştir.
Doğan Gürbüztürk'ün ölüm dosyası kendisini evinin kapısına asarak intihar
etmiştir şeklinde kapatılmasına rağmen hâla esrarını korumaktadır. Bir çok
dedikodudan sonra ceset, İstanbul’a Adli Tip Kuruluna gönderildi. Ölümün
boğulmadan olmadığı anlaşıldı.(22) Kardeşleri başta olmak üzere akrabaları bu
intihar olayına inanmadılar. Hırçın, cesur, yiğit, yurtsever Kaymakamın bir
komploya kurban gittiği kanısına vardılar. O yurtsever bir kaymakam idi, kendi
gitti adi kaldı yadigar.
O bir doğandı.
Kor gibi ışıldayan gözleriyle gürbüz,
Türk kalelerinde yalın kılıç savaşan bir kahramandı.
Yenilmez iç güdüsüyle,
Nemrut'un puşt zulasındaki kara örümceğin ağına,
İbrahim, misali düştü kaldı.
Bilmezdi ki, orda her sona eren gün,
Kalleşe dost,
Yiğide düşmandı.
Doğan, doğan,
Burası Mezepotomya, burası
Harran’dı.
Toprağı ihanet, gözyaşı kandı.
Cerid Silsüpüroğlu Ali Bey'in ölmesi üzerine, oğlu Osman Bey'e II Mahmut
tarafından yeniden verilen fermanın kopyasının Latin harflere çevirisi:
İşbu bin iki yüz elli beş (1255-1830) Rebiul-Ahiri'nin (Temmuz) 19 günü taht-i
ali taht-i Osmanî üzerine culus-ı hümayunnamesine me'mun şahanem vaki olub
umumen tecdid-i berat olunmüç fermamm olmagm binaen ala zalik kemakan
Hümayunuma merbut Silsüpür Ceridi Mukataası Mir aşireti işbu rafi-i terfiaten
hakani kudretül emasil vel akran Osman Bey zide kadruhu yedinde bulunan beratın
getirip tecdidi rica eylediği acilden kuyûdladı. İmtizacım maden-i mezbur emini
esbak Abdurrahman Bey varidul evradın arzuhâlinde mukataa-i mezburun Mir
aşiretinden A1i Bey bundan akdem vefatına mebni mahlulinden Mir aşiretinin
mezbur muteveffa-yı merkum Ali Bey hafidlerinden Osman Bey tevcih olunur. Yedine
beratı şerif verilmesi hakkında inha ve Keskin kazası naibinin verdiği ilam
selaiyat ve tekata-i mezbure mutasarrıfları Muhammed Bey ve Hamza Bey
taraflarından ilam ettirilerek iktizasına harcı amirem nazırı işbu muteveffa Mir
Ali vefatından istislam olundukta Mir aşiretinin mezbur muteveffa-yı merkumun
uhdesinde olanlarını ve bu makule terekan mukataatı cemaati Mir aşiretlerinin
azl ve tayinleri malikane mutasarrıfının inhasına maktuta ittiği Mir aşiretinin
mezbur emin-i ileyhin arz-ı mucibince merkuma tavsiye olunması hususunda
muma-ileyha taraflarında ilam olunmuş olduğuna inha ve ilam olunduğu üzere
salifizzikr Mir aşretli mezbur muteveffa-yı merkumun mahlulinden bila tayin
uhdesine tevcih olunarak, yedine berat-ı şerifim itasını mecburen ilam itmiş
olmakla arz-ı ilam olunduğu vechile salifiz-zikir 12461830 senesi zilhiccesinin
(mart) on dördüncü günü tarihli virilmiş olan berat-ı şerif ile uhdesinde olduğu
derkar olmakla tecdid-i berat-ı celili kuvvetim şerif verilmek babında
ferman-ı ali şanım sadır olmakla hakkında mezd-i inâyet-i padişahanım zuhura
gelip 1255-1839 senesi zilhiccesinin (mart) 18. günü tecdiden bu berat-ı
hümayunu verdim. Ve buyurdum ki muma-ileyh Osman Bey zide kadruhu vechi meşruh
üzere aşiretin mezbur öşriyetlik mezbur muteveffa-yı merkumun mahlulunden kema
fis-sabık mutasarrıf zabt ve idaresine başka kimse kendisine bu işte hiçbir
engelleme yapmasın, böyle bileler ve alamet-i şerifime itimat kılalar.
II Mahmut
1255-(1839)
Zilhicce
KAYNAKLAR
İlhan Şahin, XVI. Asırda Halep Türkmenleri, S. 694,695,696. Tarih Enstitüsü
Dergisi, Sayı 12, İst. 1982. Prof. Dr. Refet Yinanç, Dulkadir Beyliği, S. 8,
Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yük. Kurumu, Ank. 1989.
Baki Yaşa Altınok, Öyküleriyle Türküleriyle Kırşehir Ağıtları,
Türklerde Devlet Anlayışı, Haz. İsmet Parmaksızoğlu, S. 116, Başbakanlık
Basımevi, Ank. 1982.
Rudi Paul Lindner, Göçebeler ve Osmanlılar, S. 170,171, Çev. Müfit Günay, İmge
Kit. Ank. 2000.
Silahtar Fındıklılı Mehmet Ağa, Nusretname, C. I. S. 246,250.
Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmp. Aşiretlerin İskanı, S. 57, Eren Yay. İstanbul.
Ahmet Refik, Anadolu'da Türk Aşiretleri, S. 84,85,86,87. Enderun Kitabevi, İst.
1989.
Necati Silsüpüroğlu, Hamitli Halil Bey'in Şiirleri, S. 8, Ank. 1958. Bekir Sami
Beyazıt, Kozanoğlu'ları İsyanı ve Güneydeki Aşiretlerin İskanı, 5.14.
Kırşehir Destanları, nr, 4. Ahmet Z. Özdemir, Avşarlar ve Dadaloğlu, S.149.
Dayanışma Yay. Ankara.
Necati Silsüpüroğlu, a,g,e. S. 6. Kırşehir, Akşakent, Hamzabey Köyünden Öğr.
Hacı Özdemir, 12.3.1930 Doğ.
Gürbüz Gürbüztürk, Keskin, 1929 Doğ. İlk Okul, Bülent Gürbüztürk, Keskin, 1966
Doğ. Lise.
Mazhar Mufit Kansu, Erzurum'dan Ölümüne Kadar Atatürk'le Beraber, C. I. S. 295,
T.T.K. Basımevi Ank. 1966.
Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, S. 192, İst. 1953. Naşit Hakki
Uluğ, Hemşehrimiz Atatürk, S. 34, Türkiye İş Bank. Yay. İst.
Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam, S. 380, Remzi Kitabevi İstanbul.
Halil İbrahim Uşak, Tarih İşinde Haymana, S. 52,53, 1985. Naşit Hakki Uluğ,
a,g,e. S. 34.
Kırşehir Destanları, nr. 23.
Murat Baker, Kırıkkale, Yeniyapan Köyü, 1930 Doğ. İlk Okul. Gürbüz Gürbüztürk
Keskin, 1929 Dog. Ilk Okul. Bülent Gürbüztürk, Keskin 1966 Dog. Lise.
Gürbüz Gürbüztürk, Bülent Gürbüztürk.
Gürbüz Gürbüztürk, Bülent Gürbüztürk.
Fikret Otyam, Gide Gide, 5.51. 1967, Fikret Otyam, a.g.e. S. 110.
Kim, 7 Temmuz 1967 Cuma, Sayfa 4.
Fikret Otyam, a,g,e. 111.
Baki Yaşa ALTINOK
Araştırmacı-Yazar
ÖZET
Anadolu'daki Türkmen oymaklarından "Cerit" oymağının tanıtıldığı bu yazıda,
Ceritlerin yaşam biçimleri, örf ve adetleri, gelenek ve görenekleri hakkında
bilgiler bulacaksınız. Ayrıca Ceritlerin sözlü geleneklerini de manzum olarak
bu yazıda bulabilirsiniz. Ceritler 1692 yılında yaşamış Urfa ve civarında
yaşamış, 19. yüzyılda Anadolu'nun çeşitli yerlerin de iskanları tamamlandı.
ABSTRACT
Cerit clan, one of the Turcoman tribes in Anatolia, their life style, customs,
traditions, and conventions are given. The verbal traditions of the Cerits are
provided through poems. Cerits lived in Urfa and in the surrounding settlements
and their settlement process in various parts of Anatolia came to an end in the
19. century.
Orta Asya'dan gelip Anadolu'yu yurt tutan 230 oymak, 1500'u aşiret ve 5800'ü de
cemaat olmak üzere 7230 dolayında Türkmen oymak, aşiret ve cemaat bulunmaktadır.
Kırşehir ve yöresini yurt tutmuş irili ufaklı 450 Türkmen aşiretinden biride
Oğuzların bozok koluna mensup Beydili boyudur. Dulkadirli Beyliğini teşkil eden
cemaatlerin çoğunluğu Bayat, Avşar ve Beydili boylarında idi. 1520 - 1570
tarihlerinde Beydili, aralarında Ceridlerin de olduğu bir çok obayı
barındırmaktadır.(1)
Anadolu'ya geldikten sonra şimdiki Şanlıurfa’nın Karacadağ yöresinde ilk önce
Akkoyunlu devletine, daha sonra da Dulkadir beyliğine bağlı olan Beydilli,
Bozulus'un 1613'de dağılması üzerine, bir kolu Gaziantep, Maraş, Kayseri
üzerinden, diğer bir kolu da Toroslardan Adana, Karaman, Aksaray’ı takip ederek
Kırşehir merkez olmak üzere tekrar Orta Anadolu'ya ulaşmışlardır. (2)
Yerleşik düzene geçmiş hâlkın şikâyetleri üzerine 1690-1691 yılında Beydili
boyu, bütün obaları ile birlikte şimdiki Suriye bölgesine sürülmüşlerdir. Rakka
bölgesindeki köyleri harap eden yağmacı Tay ve Urban Araplarına karşı
Anadolu'daki Beydili obalarını Belih ırmağının Harran altındaki Akça-Kale'den
Rakka'ya kadar uzanan bölgeye yerleştiren Osmanlı, Beydili ile diğer bir çok
oymakları da Urfa'nın doğusundaki Colab ırmağı kıyıları ile Boz-âbad ve Urfa'nın
diğer bölgelerine yerleştirdi. Böylece kendisine boyun eğmeyen bu Türkmenlerden
kurtulmuş oldu. (3)
Musacalu, Cerid, Avşar, Köşekli, Boynuinceli ve Karacayurt Türkmen oymakları da
bunlar arasındaydı. Devlet sert ve ciddi tedbirler almasına rağmen, bütün bu
oymaklar aynı yıl içerisinde Anadolu'ya geri kaçtılar. Çünkü bu bölgeler, Türk
oymaklarının yerleşebileceği Anadolu'daki serin yaylaların coğrafi yapısında
bir yer değildi. Toprağı verimsiz kuru ve susuz olduğu gibi, kavurucu çöl
sıcaklarının hüküm sürdüğü bir yerdi. Rakka bölgesi Arap kabileleriyle
Türkmenler arasında geçen savaş türküleriyle dolu olduğu gibi, Türkmen
oymaklarının adeta bir sürgün yeri idi. (4)
Bu sürgünde en büyük ıztırabı Beydili ve ona bağlı oymaklar çekmiştir. Yine bu
olaya dair acı hatıralar, Kırşehir başta olmak üzere Keskin yöresinde hâla
yaşatılmaktadır. Aşağıdaki türkü bunun acı bir kanıtıdır.
Toplandık aşiret geldik Colab'a
Başmızda esen boran değil mi?
Şahin Bey, Karaca konduk yanyana
Hacı Ali'nin yurdu Seylan değil mi?
Urumdan öteye yığnak düzüldü
Aşiretler isim isim yazıldı
Koca Berk Ağa'nın bendi bozuldu
Cerit onu tozlu duman değil mi?
Kurt Karaca Ulaşlı'nın beyine
O da kondu Şahin Bey'in sağına
Firkat girdi Ağca-Kale dağına
Yusuf Paşa cana kıyan değil mi?
Misis'ten göçünce Irakka yolu
Anavarza üstü Bayındır eli
Perişan düştü de koca Badili
İstanbul belimiz kıran değil mi?
Süleyman’ım haymalarım kurulsun
Çekilsin sancaklar aşret derilsin
Gündeşlioğlu destan olsun çığrılsın
Firuz Bey'in yurdu Ören değil mi?
1696'da ikinci kez Rakka'ya sürgün edilen Türkmenler, şimdiki Suriye çöllerinin
sıcağına dayanamayıp tekrar Anadolu`ya geri kaçtılar. Rakka beylerbeyi Ahmed
Paşa Türkmenlerle baş edemeyince görevinden alındı ve Bozok-Çorum sancak
beyliğine atandı. Rakka valiliğine "Başkomutan" payesi verilen Anadolu müfettişi
Yusuf Paşa tayin edildi.
Yusuf Paşa, büyük bir askeri birlikle yerlerini terk eden Türkmenleri Rakka'ya
geri göndermek için harekete geçti. Yusuf Paşa, Kadıoğlu namıyla bilinen
Kürtlerden Bektaş Bey'in oğlunu Türkmenlere gönderip "Rakka'- ya iskan
giderlerse ne ala, gitmezlerse padişahtan gelen ferman gereği hepsinin kılıçtan
geçirileceğini" bildirdi.
Rakka'ya iskan edilmeyi reddeden Beydililer düzenli Osmanlı ordusunun üzerlerine
geldiğini görünce direnmek için isyan ettiler. Yusuf Paşa'nın kuvvetleriyle
savaştılar. Beydiliye destek veren Mamali aşiret reisi Deveci Ali ile Paylı
namıyla bilinen Rişvanli Halil Bey'in arasına nifak sokan Yusuf Paşa, Payli
Halil Bey'e Mamali aşiret reisi Deveci Ali'yi tuzağa düşürtüp öldürttü. (5) İç
çekişmelerden zayıf düşen Beydili aşireti Yusuf Paşa'ya yenildi. XVII yy.
Türkmen aşiretleri arasında yaşayan Ozan Budala bu olayı şöyle dile getirmiştir.
Seksen bin haneyle isyan edince
Anadolu benim dedi Beğdili
Kadoğluyla Yusuf Paşa gelince
Paylı Mamalı'yı vurdu Beğdili.
Kara bayrak salak kanlı salaca
Aşiretin ucu vardı Maraş'a Y
etişti imdada beğ Kurd Karaca
Zor ile yollara durdu Beğdili.
Davullar döğündü çekildi sancak
Koç yiğit atına bağlandı ponçak
Deveci Ali öldü kırıldı kolcak
Eylenip Colap'ta kaldı Beğdili.
Ali Beyim on batman gürz atardı
Kurd Karaca bir orduya yeterdi
Cerid Bekir al kanlara katardı
Nice alayları yardı Beğdili.
Suluca Karahöyük belli yurtlan
Aldı beni Beğdili'nin dertleri
Çöle düştü Beğdili'nin kurtları
Rakka çölünün kurdu Beğdili.
Taylı uğrun uğrun çaldı kalemi
Urbanoglu Yusuf Paşa gulamı
Beğdili'nin name tuttu alemi
Zorunan Rakka'ya vardi Beğdili.
Budala'm der ne olacak hâlimiz
Ara yerde telef oldu elimiz
Bundan sonra Rakka'dır yolumuz
Rakka'ya sürgün oldu Beğdili.
Şiirde adları geçenlerin dışında, bu dönemde Beydili içindeki obaların başında
tespit edebildiğimiz şu beyler bulunuyordu. Firuz Bey oğlu Şahin Bey, Cafer Bey,
Kenan Bey, Kurd Bey, Ömer Bey, Hasan Bey, Murtaza Bey, Ganem Bey, Karakoyunlu
Battal Bey. İsyanın elebaşıları olduğu bildirilen otuz Türkmen beyi idam edildi.
(6) İdam edilenler arasında Şahin Bey'in olduğunu şık Süleyman şu mısralarla
dile getirmektedir.
Yusuf Paşa tuğlu fermanlı vezir
Sâf tutmuş ordusu emrine hazır
Bağlandı derbentler bulundu kusur
Uyan Şahin Beyim dön bak ardına
Hoyrat girdi aslanların yurduna.
Duman almış şu görünen dağları
Zalim kırmış goncaları gülleri
İpe gitti obaların beyleri
Uyan Şahin Beyim dön bak ardına
Hoyrat girdi aslanların yurduna.
Hilibaz feleğin bize mi kasti
Aslana sığarmı tilkinin postu
Aşiret direği kara gün dostu
Uyan Şahin Beyim dön bak ardına
Hoyrat girdi aslanların yurduna.
Rakka'dan Colab'a döküldük yola
Kesilen kelleler gelmiyor dile
Suçumuz ne idi sürüldük çöle
Uyan Şahin Beyim dön bak ardına
Hoyrat girdi aslanların yurduna.
Süleyman’ım ne olacak hâlimiz
Urumeli bekler oldu yolumuz,
Kırıldı belimiz Firuz Beyimiz
Uyan Şahin Beyim dön bak ardına
Hoyrat girdi aslanların yurduna.
Bazı Türkmen beylerini yanına çeken Yusuf Paşa, Beydilileri önüne katarak mal,
yiyecek ve davarlarıyla birlikte tekrar Rakka'ya sürgün eyledi. Halk bu konuda
şöyle bir destan anlatır.
Türkmen beyleri kılıçtan geçirilmiştir. Bu sırada kocası öldürülen Beydili
aşiret reisinin hanımı üçüz oğlan doğurmuştur. Çocukların öldürüleceğinden
endişe duyan kadın, sürgüne gitmeden önce çocukları dağdaki bir mağaraya
götürür bırakır. Bir kaş yıl sonra Beydili aşireti sürgünden eski yurtlarına
döner. Kadın, hizmetçisi kadınla birlikte çocukları bıraktığı mağaraya gider,
gördüğü manzara karşısında gözlerine inanamaz. Üç oğlu da ellerinin baş
parmağını emerek sıhhatli bir şekilde yaşamaktadır. Çocukların kimler tarafından
korunup beslendiğini öğrenmek isteyen kadın, bir kenara gizlenir beklemeye
başlar. Gun batarken bir kurt ağzında yiyecekle gelir ve çocukları besler. Üç
oğlunu alıp çadırına dönen ana, karayağız kıllı oğluna Kurd Karaca, İnce uzun
sırım gibi oğluna Cerid, kafası iri boynu ince oğluna da Boynuince diye isim
verir. Daha sonra Türkmen obaları içinde bu üç kardeşin obaları,
'Boynuinceli', Karacakurd' ve 'Cerid' olarak anılır. Konumuz olan Ceritler'in
soyunun bu koldan geldiği söylenir. Ozan Kul Sadun, Rakka'dan Anadolu'ya
gelenlerden aşiretleri şöyle sual eder.
Rakka çöllerinde gelen gaziler
Acep Karacayurt geri döndü mü?
Yenile bit haber duydum oradan
Cerid Bekir oldu derler oldu mu?
Cerid Bekir öldüyse kırıldı kilit
Çöktü üstümüze bit kara bulut
Köçekli Kerim'le, Bayındır Halit
Kolu bağlı cellatlara durdu mu?
Kul Sadun'um bize çok oldu cefa
Hükmümüz geçerdi şu kaftan kafa
Ulaşlı'nın oğlu Hacı Mustafa
Alayları bölük bölük böldü mü?
Suriye'nin Halep vilâyeti Rakka ilçesine sürgün edilen Türkmenler'in Cerit
oymağı, çölün sıcağına dayanamayıp Orta Anadolu'daki eski yurtlarına dönmeyi
arzulamaktadır. Bu sırada Osmanlı idarecilerine sırtını dayayan Urban
Araplarının reisi Ceritler'den Fettah Beyi'n kızına talip olmuştur.
Rakka'dan Toroslara, oradan da Kırşehir’e doğru yola çıkan Silsüpüroğlu
aşiretinin mensup olduğu Ceritler, önlerine çıkan Urban Araplarını yenip
yollarına devam etmişler. Antakya Reyhanlı Türkmen beylerinden Mürseloğlu
namıyla bilinen bir bey, Ceritlerden yol geçit parası istemiştir. Fettah Bey'in,
biz fakir aşiretiz paramız yok demesi üzerine Mürseloğlu, paranız yoksa
Ceritlerin güzel kızları olur, para yerine kız verin demiş. Fettah Bey, biz
Araba kız vermemek için nice savaşlar verdik deyip öneriyi reddetmiş ve savaşa
başlamıştır. Kul Sadun, bu olay şöyle dile getirmiştir. (7)
Gel edek gavgayı etme bahane
Kuzgunun cırnağı değmez Şahana
Mürseloğlu sığdırmazlar cihana
Kolu bazlı delilerim var iken.
Döndün mü dönesi benden yüzünü
Fettah beyim kara yazar yazını
Mürseloğlu ister Cerit kızını
Aslan gibi yiğitlerim var iken.
Kul Sadun'um seçelim mi yozları
Dar edeyim şu konduğun düzleri
Sana yar olur mu Cerit kızları
Gözü kanlı Ceritlerim var iken.
Mürseloğlu'nu yenilgiye uğratan Ceritler, yolda Fettah Bey'i yitirmelerine
rağmen, yollarına devam etmişlerdir. Fettah Bey'in ölümü aşirette derin
üzüntüye neden olmuş bir çok ağıtlar söylenmiştir.
Atım var atlar içinde
Demir nalları kıçında
Eller göç etti gidiyor
Fettah Bey'im yok içinde.
Bu sırada, Osmanlı yöneticileri tarafından kandırılan Avşarlar, Ceritler'in
onunu kesmek için Nizip yakınlarında pusu kurmuşlardır. Osmaniye-Bahçe ilçeleri
arasında Ceritler'i takip eden Avşarlar, Ceritler'e saldırmış, çıkan kavgada
Avşarlar büyük kayıplar vermişlerdir. Avşarlar buraya hâlen "Kanlı Geçit"
demektedirler. Ozan Dadaloğlu kavgayı şu dizelerle dile getirmiştir. (8)
Cerid'in göçü de üğründü geldi
Avşar'ın gafleti sinemi deldi
Gözü kanlı yiğit komadı kırdı
Boz Kartal'a pay pay oldu ölümüz.
Cerid'in uyluğu duruyor atta
Avşar'ın hopuru çıktı Yarsuvat'ta
Biz bu öğüt ile kurtulmak dertte
Nerde kaldı akıllımız delimiz.
Dadaloğlu bu iş böyle olmadı
Akıllımız delimize uymadı
Bre Cerid burda yerin kalmadı
Urumeli Kırşehir’dir yolunuz.
Galip gelen Ceritler, Kırşehir başta olmak üzere Orta Anadolu'ya gelip
yerleşmişlerdir. Türkmenler'in Cerit oymağına mensup Ozan Kul Yusuf bu olay
aşağıdaki dörtlüklerinde bize şöyle aktarmıştır.
Cerid Rakka'dan sökün edince
Açılsın Urum'a yolu Cerid'in
Silsüpüroğlu Fettah Beyim ölünce
Kırıldı kanadı kolu Cerid'in.
Toplansın aşiret birlik olalım
Biz bir zaman Elbeyli'den kalalım
Konuşalım bir karara varalım
Bozulmadan gitsin eli Cerid'in.
Yüz atlımız daim ileri gitsin
Sağına soluna çok dikkat etsin
Pılışka vermeden menzile yetsin
Ziyarette açsın yolu Cerid'in.
Sineği çok Nizip ovasına varmayın
Pusu vardır Şar dağına girmeyin
Urbanoğlu kız istiyor vermeyin
Koklatman yadlara gülü Cerid'in.
Koç dağına çıkdığımız duyarlar
Her tarafa çaşıt pusu kurarlar
Mürseloğlu seni neye sayarlar
O zaten ezelden kulu Cerid'in.
Seyfe'nin karşısı koca cebeldir
Cebeli aşınca seyfü seferdir
Yüz atlımız bin atlıya bedeldir
Dönerse silaha eli Cerid'in.
Pusuya düşmeyin düz edin yolu
Sıcağa vurmayın evlad ayali
Varıp konacağın Kırşehir eli
Keskin'de yayılır malı Cerid'in.
Ali Bey'in pek tatlıdır sözleri
Fettah Bey'in köşek gibi gözleri
Burnu hızmalı da Cerid kızları
Deli etti Kul Yusuf'u dili Cerid'in.
Cerit aşiretinden Silsüpüroğlu Fettah Bey'in oğulları bir müddet Orta
Anadolu'da kaldıktan sonra devlet tarafından tekrar Toroslara sürülmüşlerdir.
Ceyhan yöresinin havasını beğenmeyen Fettah Bey'in oğlu Ali Bey, kardeşi
Mithat'tan ayrılarak Yozgat'ın Müminli köyüne yerleşmek istemiştir. Buna rıza
göstermeyen yöre hâlkı olayı Çapanoğlu Ali Rıza Bey'e şikâyet etmişler,
Çapanoğlu, Silsüpüroğlu Ali Bey'e bölgeyi derhâl terk etmeleri için bir mektup
yazmış, mektubu kendisine bağlı 50-60 kişilik bir kolluk kuvvetiyle
göndermiştir. Mektubu getiren Çapanoğlu'nun adamları tehditkar bir tavırla,
"Derhâl burada dağılın" diye ihtarda bulunmuşlar. Ali Bey de, "Biz unlu bir
aşiretiz eskiden beri buralar bizim babalarımızın yurdu, biz yurtsuz yuvasız
kimseler değiliz, Çapanoğlu’na söyleyin bize bir yer göstersin de orada
oturalım." demiş ise de gelen adamlar "Biz sizi dağıtmasını biliriz" deyip Ali
Bey'in üzerine yürümüş, Bunu gören Ali Bey ve adamları kilylarına sarilip
bunlan perişan etmişler. Kanlı çarpışmadan kaçıp kurtulanlar durumu
Çapanoğlu’na haber vermiş, Çapanoğlu büyük bir kuvvet yollayarak "Bunları bu
bölgeden atın darmadağın edin" demiş, Bir kaç gün sonra Müminli köyüne gelen
Çapanoğlu'nun adamları, Silsüpüroğlu Ali Bey'in Denek dağının Kuşburnu
yaylasına gittiğini öğrenince, Ali Bey'i takip edip kuşatıyorlar. Bir kaç yüz
adamıyla kavgaya giren Ali Bey, önüne kattığı Çapanoğlu'nun kuvvetlerini kıra
kıra Delice ırmağının yakınındaki Azgın dağına kadar takip etmiştir. (9)
Ali Bey, Kuşburnu yaylasında iken Köşekli aşiretiyle birleşip Çapanoğlu’nun
kuvvetlerini bir ziyafet esnasında basıp perişan etmiş, kaçanlardan ilk varanlar
Çapanoğlu’na durumu olduğu gibi anlatmışlar, ikinci kol ise Çapanoğlu’na
yaranmak için hiç bir şeyden habersiz yaşlı Köşekli Kadir Bey'i öldürüp başını
da bir Çapanoğlu’na getirmişlerdir. İki tarafı da dinleyen Çapanoğlu, gerçeği
öğrenince ihtiyar Kadir Bey'in başını getiren gruba "Yaşlı bir adamı öldürmek
erkeklik değil." deyip hepsinin oracıkta başını vurdurmuştur. (10)
Kendisi için tehlikeli gördüğü Silsüpüroğlu Ali Bey'i Padişaha şikâyet eden
Çapanoğlu, bir bahane ile aşiretin bu bölgede sürgün edilmesini Padişaha arz
etmiştir. Şam'daki isyanı bastırmakla görevlendirilen Ali Bey, Padişahın
gönderdiği fermam alınca derhâl yola koyulmuş, dam isyanın bastıran Ali Bey ve
aşiretinin beğendiği topraklarda oturmasını padişah o günden sonra serbest
bırakmıştır. Silsüpüroğlu Ali Bey'in başkanlığında eski yurtlarına dönen
Ceritler, Kırşehir’in Hamit köyü merkez olmak üzere Keskin ve civarını yurt
tutmuşlardır. Bir Türkmen topluluğu olan bu aşiret, tarihte bir çok ünlü
adamlar çıkartmıştır. Bunlardan birisi de Hamit'li Rıza Bey'dir.
Bu sırada toplu ölümlerin olduğu bir hastalıktan Silsüpür Ali ve Mehmet beyler
vefat etmiş. Mehmet Bey'in hanımı ve Köşekli aşiret reisi Hamza Bey'in bacısi
Hüsne kadın ölen beyler ve yetim kalan oğlu Halil için şu ağıdı yakmıştır.
Şu görünen bebrininin höyüğü
Ali bey, Mehmet bey aşret büyüğü
Kara kaş altında sırma bıyığı
Ağlatman Halil'imin Türkmen anasın.
Pencereden düşen ayın ışığı
Irgalanır Halil'imin beşiği
Bu yıl beylerde mi olum keşiği
Ağlatman Halil'imin Türkmen anasın.
Bakın gözümün yayına
Keklik olup ötüşüme
Ağa yarim at oynatır
Şu dağların yokuşuna.
Öremedim dor atının örkünü
Sayamadım ben beyimin kırkını
Sandığa bastım da samur kürkünü
Ağlatman Halil'imin Türkmen anasın.
Yüce dağ başında bir kuzu meler
Kuzunun firkatı bağrımı deler
Halil'im pek küçük kim çözer beler
Ağlatman Halil'imin Türkmen anasın.
Acı poyraz esti kokumu soktu
Bir tek dikmemin de boynunu büktü
Aşiret içinde lift beyler tekti
Ağlatman Halil'imin Türkmen anasın.
Evimizin onu kulluk
Siyah saçım örgü belik
Kurban olam anam bacım
Yakışırmı bana dulluk.
Değirmene varsam nöbet alamam
Dilim varıp beyler oldu diyemem
Başım sığıp konaklara giremem
Ağlatman Halil'imin Türkmen anasın.
Beyimin bıyığı karalı simden
Camadan giymiş de sırf safi yünden
Hevesim almadım şu ölen beyden
Ağlatman Halil'imin Türkmen anasın.
Al elma dalında san zerdali
Bulamadım yapışacak bir dalı
Halil'im küçük te Urhuya'm yeni
Ağlatman Halil'imin Türkmen anasın.(11)
Ağıtta adı geçen Halil Bey, Ankara valisi Muhittin'i yakalayıp Atatürk'e
gönderen Hamitli Rıza Bey'in babasıdır.
Hamitli Rıza Bey
Hamit'li Rıza Bey'in babası şair Halil Bey, Cerit aşiretinden Silsüpüroğlu
Mehmet Bey'in oğludur. Anası Köşekli aşiretinden Hamza Bey'in bacısı Hüsne
kadındır.
Halil Bey (1274 ) 1858'de Kırşehir’in Hamit köyünden doğmuş ve 5 yayında köy
hocasına giderek okuma yazma öğrenmiştir. Kırşehir eşrafından olan dayılarının
yanında Kırşehir Rüştüyesinde tahsilini tamamlayıp Akpınar köyünden Ali Efendi
namıyla bilinen değerli bir hocadan icazet aldıktan sonra baş tahsildar olarak
vazife yapan Halil Bey, 7 si oğlan biri kız olmak üzere 8 çocuk sahibidir.
Çocuklarından ilki unlu Hamit'li Rıza Bey'dir. Kurtuluş Savaşında Mustafa
Kemal'in önderliğindeki milli uyanışı boğmak isteyen İstanbul hükümeti,
Anadolu'daki bazı illerin valilerini bu iş için görevlendirmiştir. İstanbul
hükümetinden aldığı direktiflerle Ankara'ya donen Vali Muhittin, 1919
Eylülünün ilk günlerinde teftiş bahanesiyle Hacıbektaş’a gitmiş, Çelebi
Cemalettin Efendi ve Bektaşî babalarının Kuva-yi Milliye taraftarlığında
caydıramayacağın anlayınca Çorum'a geçerek forum Mutasarrıfı Samih Fethi Bey ile
Kastamonu'daki 58 piyade alay komutam Mustafa Bey'i kandırmayı başarmıştı. 14
Eylül 1919 günü, İstanbul Hükümeti Dahiliye Nazırına bir bir telgraf yollayan
vali Muhittin, topladığı kuvvetlerle Ankara'nın basılabileceğini bildiriyordu.
Ankara valisi Muhittin Paşa'nın faaliyetlerinden haberdar olan Mustafa Kemal,
Ali Fuad Paşa'dan vali Muhittin'i tutuklamasını istemiş, Fuad Papa Hacıbektaş’a
giden valiyi Albay Osman'a takip ettirmişti. Kolordu Komutanlığına vekalet
eden Mahmut Bey'le haberleşen Fuad Papa, vali Muhittin'in mutlaka yakalanıp
Sivas'a yollanması gerektiğini bildirmiştir. (12)
Ankara'ya dönme karan alan vali, Çorum'dan ayrılarak 19 Eylül 1919 da
Sungurlu'ya gelmiş, oradan da Keskin'e geçmişti. Keskin'le Elmadağ arasındaki
Kılıçlarbeli'nde pusu kuran Kırşehir’in Hamit köyünden oturan Kuva-yi Milliye
reislerinden Hamit'li Rıza Bey'in Müfrezeleri vali Muhittin'i tutuklayıp Sivas'a
göndermiştir. (13)
1879 yılında Kırşehir’e bağlı Hamit köyünden dünyaya gelen ve amcasının kızı
şemsi hanımla evlenen Hamit'li Rıza Bey, Arapça-Farsça biliyordu. Rıza 8ey, 1919
Mebusan Meclisi seçimlerinde mebus çıkarak İstanbul’a gitmiş, Büyük Millet
Meclisinin Ankara'da açılması üzerine Kırşehir milletvekili olarak katılmış,
Milli Müdafaa Encümeni üyeliği görevinde bulunmuştur. Kardeşi Haydar Bey ile
birlikte beş yüz adamıyla Birinci İnönü Savaşına katılan Rıza Bey, bu savaşta
büyük yararlıklar göstermiştir. Savaş sonrası Rıza Bey'in adamlarından Hüseyin
ve Alişan adli kişiler Kırıkkale'nin Cerid Kalesi koyunu basıp hâlkın altın ve
kıymetli eşyasını gasbetmişlerdir. Köy hâlkı Ankara İstiklal Mahkemesine
başvurarak bu işi Rıza Bey'in yaptırdığını, ayrıca Rıza Bey'in Acı adli
çiftliğine katır satın almaya gelen doğulu kişilerin Şeyh Said'in adamları
olduğunu bu münasebetle Rıza Bey'in devlete isyan eden Şeyh Said'le işbirliği
yaptığı doğrultusunda şahitlik etmişlerdir. şevket Süreyya Aydemir cezaevinde
beraber kaldığı Rıza Bey'i özetle şu sözlerle tasvir eder. "Aslında bir
köylüydü. İri, heybetli, kara bıyıklı ve iyi huylu bir adamdı.... Padişahın
Ankara valisini kendisinin dağa kaldırdığını, Atatürk’e Ankara yolunu açtığını
ve onu Çankaya'ya kendisinin oturttuğunu söylerdi. (14)
Bir müddet sonra Mustafa Kemal'in karşısındaki grupta yer aldığı iddiasıyla
suçlanan Hamit'li Rıza Bey, 11.1.1926 yılında huzursuzluk yaratan suçlarla
itham edilerek, Ankara İstiklal Mahkemesinin kararıyla idam edilmiştir. (15)
Düşündüğü gibi konuşan, saf, başarıların siyasal ranta dönüştürmesini bilmeyen
Hamitli Rıza Bey, savaş sonrası vali Muhittin gibilerinin ihtiraslarının
kurbanı olmuştur. Derinlemesine incelenirse onun akibeti, bir Türkmen beyi olan
Dulkadırlı Şehsuvaroğlu Ali Bey'in akibetiyle benzerlik gösterir.
Şair olan ve 1949 yılında vefat eden Hamit'li Halil Bey, oğlu Rıza Bey'in
idamını şu içli mısralarla dile getirmiştir.
Yalan dünya senden lezzet almadım
Daim ağu kattın aşıma felek
Her daim ağlattın bir dem gülmedim
Hiç bakmadın gözüm yaşına felek.
Rıza Bey sehpada vasiyet etmiş
şu mektubu evime versinler demiş
Uzatmış urgana boynunu vermiş
Daha ak düşmeden saçıma felek.
Asla idamıma hiç üzülmeyin
Siz beni de oldu diye bilmeyin
Kaleli nesline selam vermeyin
Kalleşi çıkardın karşıma felek.
El bilir değilim haini vatan
İstiklal uğrunda ilk adım atan
Şehit olsun kalem zaptımı tutan
Yalan yafta taktın döşüme felek.
Cumhuriyete muhâlif bir iş görmedim
Alçaklıkla namusuma leke sürmedim
Ailem şerefine hâlel vermedim
Şehit namazı düştü şanıma felek.
Demişler isyana hazır duruyor
Şeyh Said'e iştirake varıyor
Dört alçak Kaleli şehit oluyor
Yalan yafta taktı döşüme felek.
Yüz bin felaketle günüm geçirttin
Nimet deyi bana zehir içirttin
Yıktın evim ta temelden göçürttün
Darbeler indirdin başıma felek.
Türküm Türk’ün imdadına yeterken
Adım adım terakkiye giderken
Vatanıma sadık hizmet ederken
Bu idler gelmezdi düşüme felek.
Üç dört alçak ittifak eylediler
Zamanında bende yardım gördüler
Bir isyana meyli vardır dediler
Bu yalan gitmedi hoşuma felek.
Kuva-yi Milliye'yi ben icat ettim
Beş yüz atlı ile harbe ben gittim
Hilafet valisin ben esir ettim
Bunları yazın mezar taşıma felek.
Kardeşlerim olduğumu bildirtmen
Şerefinizi üstünüzden kaldırtman
Düşmanları kendinize güldürtmen
Hainler karıştı mime felek.
İnkılapta hizmet aranmaz oldu
Hakikat aranıp bulunmaz oldu
Kim vurduya gitti bilinmez oldu
Vatana bir Rıza aramak boşuna felek.
Suçlu olsam buna razı olurdum
Elbet hâlasıma çare bulurdum
İsteseydim döğüşerek olurdum
Hilebaz karıştı işime felek.
Yine sarpa uğrattılar yolumu
Vatanıma feda ettim oğlumu
Akibet sehbada gördüm olumu
Haksızı düşürdün peşime felek.
Dünya bir fırıldaktır dönüyor
Hanümanlar harap olup sönüyor
Olum kuşu her kapıya konuyor
Zehir kattın tatlı aşıma felek.
Halil der inkılap sehpa kuracak
Takdiri ilâhi böyle olacak
Rıza’nin hizmetin vatan bilecek
Hiç bakmadın gözüm yaşına felek. (16)
Silsüpüroğlu Mahir ve Karaca Bey
Cerit, Silsüpür aşiretinden Hacı Hasan Bey'in oğlu Karaca, 1919'larda askerden
firar edip başına topladığı bir kaş adamıyla amcasının oğlu Mahir ile birlikte
eşkıyalığa başlamıştır. Kendisini takip eden müfrezelerden birini ayak
bileğinden vurmuş, müfreze Kırşehir’e oturulurken kan kaybından ölmüştür.
Karaca'yı bir türlü ele geçiremeyen yetkililer, Çerkezlerden ve Kürtlerden bazı
kişileri Karaca'nın atlısına katarak yakalamak istemiştir. Amcaoğlu Mahir'in
ikazlarına, Çerkezler bize bir şey yapamaz deyip kulak asmayan korkusuz Karaca
Bey, Mahir ile birlikte dürbünle etrafı kolaçan ettiği bir sırada Kırşehir
Karahıdır köyü yakınlarındaki Buzluk dağında bu Çerkezler tarafından arkadan
vurularak öldürülmüşlerdir. Karaca'nın vurulduğunu gören atı cenazelerin
yanına kimseyi yaklaştırmadığı için devlet, atını vurduktan sonra cenazeleri
Keskin'e getirmiş ve asker kaçağı olduğu için cenazeleri ailelerine
vermemiştir. Avanoğlu köyünden bir kişi Karaca Bey'in yüzük ve köstekli
saatini taşıdığı için, adi bu olaya karıştığı gerekçesiyle, Karaca'nın kardeşi
Fakı Mehmet tarafından köyünden alınarak köy çıkışında vurularak öldürülmüştür.
Karaca ve Mahir için yakılan ağıt:
Şu görünen kahpe Buzluğun dağı
Al kana boyanmış köyneğin ağı
Vurulmuş diyorlar Hamit'in beyi
Alman vurdular ona yanarım.
Sabahleyin kalktım yerler alaca
Satın al atımı verin ilaca
Biri Mahir idi, biri Karaca
Alınan vurdular ona yanarım.
Bir odası vardır boyraza karşı
Şen olur Karaca beyin gezdiği çarşı
Nerde Karaca'nın Mahir'in naaşı
Alınan vurdular ona yanarım.
Maşallah mıskasın boynuna takmış
Çifte mavzerini dalma asmış
Kırşehir, Keskin seyrine çıkmış
Hamitli beyini vurdular ona yanarım.
Sabahleyin kalktım yerler yaşımış
Dürbününü boğazında taşımış
Seni vuran Çerkez ne kalleşimiş
Alınan vurdular ona yanarım.
Atlarım bizim ata kattılar
Tüfekleri çalılara takdılar
Karaca'mı Mahir ile vurdular
Alınan vurdular ona yanarım.
Sicim bıyık, kara kaşın eğerek
Her indiği yerde kuzu yiyerek
Çerkezler vurmuşlar beyim diyerek
Alınan vurdular ona yanarım.
Dünyada iltifat etmen Çerkeze
Gâyet kalleş olur koyman merkeze
Gafil ölüm tesir etti herkese
Alınan vurdular ona yanarım.
Teyzen döşşek döksün, bibin de yorgan
Seni vuran Çerkezlerde sizlere kurban
Daha evlenmedi Karaca'm ergen
Alınan vurdular ona yanarım.
Kuzu bizim amma bize vermezler
Aradaki muzuları görmezler
Yiğitlerin kıymetini bilmezler
Alınan vurdular ona yanarım.
Üç kağnıyı arka arkaya düzdüler
Karaca'mın tebdilini bozdular
Çukurları mezar diye kazdılar
Alınan vurdular ona yanarım.
Çerkezler de pusu kurmuş başıma
Hiç acımaz kurşun atar peşime
Kadınlar ağlaşır vurur döşüne
Alınan vurdular ona yanarım.
Mavlâm kahreylesin Çerkez surusun
Hiç komasın şu alemde birisin
Elleri kırılsın, kani kurusun
Alınan vurdular ona yanarım.
Söyleyin Silsüpür beyleri gelsin
Bulsun Çerkezleri ahımı alsın
Aşiret ağlasın yavrular yansın
Alman vurdular ona yanarım. (17)
Karalı haber de köye duyuldu
Aşiretler bar araya derildi
Gıran geldi bizim beyler kırıldı
Doldur mavzeri de çalam düşmana
Emmim oğlu düşmeyelim pişmana
Yılanlı deresi on sekiz koyak
Karaca'm açmadı bar telli duvak
Alişan Bey derki Karacayı bulak
Doldur mavizeri çalam düşmana
Düşmeyelim emmim oğlu pişmana.
Beyleri vurmuşlar derbent başında
Karaca'm da daha yirmi üç yaşında
Birinin alnında birinin döşünde
Doldur tüfengi de çalam düşmana
Emmim oğlu düşmeyelim pişmana.
Mahir Bey'de Karaca'nın menendi
Yiğit idi Çerkezlere güvendi
Mevtayı görünce kalbim inandı
Doldur tüfenğimi çalam düşmana
Emmim oğlu düşmeyelim pişmana.
Silsüpüroğlu Yusuf Bey
Hamitli Rıza Bey'in oğlu Yusuf Bey, Fransa'da tahsil gördükten sonra yurda
dönmüş, İstanbul’da şevket Süreyya Aydemir ve arkadaşlarıyla siyasi
çalışmalardan bulunmuştur. Yusuf Bey, bir müddet takipten sonra güvenlikte
sorumlu kişiler tarafından komünizm suçlaması ile göz altına alınır.
Gözaltındaki sorgulama sonrasında gördüğü işkence nedeniyle hastalanır.
Serbest bırakılınca Keskin'e ailesinin yanına gelir. Kısa bir sure hasta
yattıktan sonra 22 Mayıs 1945 yılında ölür.
Oğlu Rıza Bey'in idamı, Torunu Yusuf Bey'in ani olumu, Silsüpüroğlu Halil
Bey'i derinden sarsmıştır. Halil Bey, torunu Yusuf Bey için şöyle
ağlamıştır.(18)
Derûnumda alev ateş yanıyor
Yangıyı yangıya kattı da gitti
Göz bebeğim bir ocaktı sönüyor
Aklımı başımdan aldı da gitti.
Böyle imiş mukadderin yazısı
Hiç çıkarmı yüreklerden sızısı
Riza’dır babası, Yusuf kuzusu
Derdime dertleri kattı da gitti
Viran bağlarda bülbüller ötmez
Hayali asla karşımda gitmez
Yusuf her ülkede türeyip yetmez
Silsüpür şerefini aldı da gitti.
Halil doksan sene hayatta durdum
Nice türlü türlü felaket gördüm
Samur kürklü, kom bıyıklı yiğitler verdim
Yusuf hepisine baş oldu gitti. (19)
Silsüpüroğlu Doğan Gürbüztürk
Urfa, Viranşehir Kaymakamı Doğan Gürbüztürk, Kırşehir Hamit köyünde oturan
Türkmen Cerit aşiretinden Silsüpüroğlu Hüseyin Bey'in oğludur. (1) Viranşehir
Kaymakamı iken, arazi bölüşümündeki çıkar ve rüşvet ağının çökertilmesi için
mücadele ettiği bir zamanda 21.5.1967 pazar günü saat 16 sıralarında muammalı
bir şekilde ölmüştür.(20)
İlçenin Savcısı İbrahim Sönmez'in, Gürbüztürk'ün ölümünden sonra zamanın Adalet
Bakanı Hasan Dinçer'e çektiği telgrafta şöyle demektedir.
- "Dürüstlük timsali hümanist insan örneği ideal arkadaşım kaymakam Doğan'ı
kaybettik. Doğan ve ben gücümüz nispetinde yedirmemeğe çalıştık. Olaylara bizzat
kendimiz koştuk. Bir aile geçimsizliği yüzünden gerçi o intihar etti, onu
intihara çevresi sürükledi. O idarenin ben Adliyenin şerefini koruduk, sizden
tek isteğim bir ağabeyimiz olmanız hasebiyle bu kötü çevreden beni
kurtarmanızdır. Üç gündür gözyaşları içinde uykusuz ve huzursuzum.
Hürmetlerimle." (21)
Gazeteci Fikret Otyam yazdığı kitabının bu konuya ayırdığı bölümünde o günlerde
çıkan gazetelerde bu olay aktararak şöyle vermektedir."Kaymakama rüşvet vermek
isteyen yolsuzluk sanığı 3 memur derhâl tevkif edildi. Urfa valisi Kemal
Gazezoğlu'nun hazine arazilerinin kiralanmasında yolsuzluk yaptıkları
iddiasıyla işten el çektirdiği hazine avukatı 5 memurdan 3'u derhâl tevkif
edilmiştir. Kaymakam Doğan Gürbüztürk ilgililer tarafından tebrik edilmiştir.
Doğan Gürbüztürk'ün ölüm dosyası kendisini evinin kapısına asarak intihar
etmiştir şeklinde kapatılmasına rağmen hâla esrarını korumaktadır. Bir çok
dedikodudan sonra ceset, İstanbul’a Adli Tip Kuruluna gönderildi. Ölümün
boğulmadan olmadığı anlaşıldı.(22) Kardeşleri başta olmak üzere akrabaları bu
intihar olayına inanmadılar. Hırçın, cesur, yiğit, yurtsever Kaymakamın bir
komploya kurban gittiği kanısına vardılar. O yurtsever bir kaymakam idi, kendi
gitti adi kaldı yadigar.
O bir doğandı.
Kor gibi ışıldayan gözleriyle gürbüz,
Türk kalelerinde yalın kılıç savaşan bir kahramandı.
Yenilmez iç güdüsüyle,
Nemrut'un puşt zulasındaki kara örümceğin ağına,
İbrahim, misali düştü kaldı.
Bilmezdi ki, orda her sona eren gün,
Kalleşe dost,
Yiğide düşmandı.
Doğan, doğan,
Burası Mezepotomya, burası
Harran’dı.
Toprağı ihanet, gözyaşı kandı.
Cerid Silsüpüroğlu Ali Bey'in ölmesi üzerine, oğlu Osman Bey'e II Mahmut
tarafından yeniden verilen fermanın kopyasının Latin harflere çevirisi:
İşbu bin iki yüz elli beş (1255-1830) Rebiul-Ahiri'nin (Temmuz) 19 günü taht-i
ali taht-i Osmanî üzerine culus-ı hümayunnamesine me'mun şahanem vaki olub
umumen tecdid-i berat olunmüç fermamm olmagm binaen ala zalik kemakan
Hümayunuma merbut Silsüpür Ceridi Mukataası Mir aşireti işbu rafi-i terfiaten
hakani kudretül emasil vel akran Osman Bey zide kadruhu yedinde bulunan beratın
getirip tecdidi rica eylediği acilden kuyûdladı. İmtizacım maden-i mezbur emini
esbak Abdurrahman Bey varidul evradın arzuhâlinde mukataa-i mezburun Mir
aşiretinden A1i Bey bundan akdem vefatına mebni mahlulinden Mir aşiretinin
mezbur muteveffa-yı merkum Ali Bey hafidlerinden Osman Bey tevcih olunur. Yedine
beratı şerif verilmesi hakkında inha ve Keskin kazası naibinin verdiği ilam
selaiyat ve tekata-i mezbure mutasarrıfları Muhammed Bey ve Hamza Bey
taraflarından ilam ettirilerek iktizasına harcı amirem nazırı işbu muteveffa Mir
Ali vefatından istislam olundukta Mir aşiretinin mezbur muteveffa-yı merkumun
uhdesinde olanlarını ve bu makule terekan mukataatı cemaati Mir aşiretlerinin
azl ve tayinleri malikane mutasarrıfının inhasına maktuta ittiği Mir aşiretinin
mezbur emin-i ileyhin arz-ı mucibince merkuma tavsiye olunması hususunda
muma-ileyha taraflarında ilam olunmuş olduğuna inha ve ilam olunduğu üzere
salifizzikr Mir aşretli mezbur muteveffa-yı merkumun mahlulinden bila tayin
uhdesine tevcih olunarak, yedine berat-ı şerifim itasını mecburen ilam itmiş
olmakla arz-ı ilam olunduğu vechile salifiz-zikir 12461830 senesi zilhiccesinin
(mart) on dördüncü günü tarihli virilmiş olan berat-ı şerif ile uhdesinde olduğu
derkar olmakla tecdid-i berat-ı celili kuvvetim şerif verilmek babında
ferman-ı ali şanım sadır olmakla hakkında mezd-i inâyet-i padişahanım zuhura
gelip 1255-1839 senesi zilhiccesinin (mart) 18. günü tecdiden bu berat-ı
hümayunu verdim. Ve buyurdum ki muma-ileyh Osman Bey zide kadruhu vechi meşruh
üzere aşiretin mezbur öşriyetlik mezbur muteveffa-yı merkumun mahlulunden kema
fis-sabık mutasarrıf zabt ve idaresine başka kimse kendisine bu işte hiçbir
engelleme yapmasın, böyle bileler ve alamet-i şerifime itimat kılalar.
II Mahmut
1255-(1839)
Zilhicce
KAYNAKLAR
İlhan Şahin, XVI. Asırda Halep Türkmenleri, S. 694,695,696. Tarih Enstitüsü
Dergisi, Sayı 12, İst. 1982. Prof. Dr. Refet Yinanç, Dulkadir Beyliği, S. 8,
Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yük. Kurumu, Ank. 1989.
Baki Yaşa Altınok, Öyküleriyle Türküleriyle Kırşehir Ağıtları,
Türklerde Devlet Anlayışı, Haz. İsmet Parmaksızoğlu, S. 116, Başbakanlık
Basımevi, Ank. 1982.
Rudi Paul Lindner, Göçebeler ve Osmanlılar, S. 170,171, Çev. Müfit Günay, İmge
Kit. Ank. 2000.
Silahtar Fındıklılı Mehmet Ağa, Nusretname, C. I. S. 246,250.
Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmp. Aşiretlerin İskanı, S. 57, Eren Yay. İstanbul.
Ahmet Refik, Anadolu'da Türk Aşiretleri, S. 84,85,86,87. Enderun Kitabevi, İst.
1989.
Necati Silsüpüroğlu, Hamitli Halil Bey'in Şiirleri, S. 8, Ank. 1958. Bekir Sami
Beyazıt, Kozanoğlu'ları İsyanı ve Güneydeki Aşiretlerin İskanı, 5.14.
Kırşehir Destanları, nr, 4. Ahmet Z. Özdemir, Avşarlar ve Dadaloğlu, S.149.
Dayanışma Yay. Ankara.
Necati Silsüpüroğlu, a,g,e. S. 6. Kırşehir, Akşakent, Hamzabey Köyünden Öğr.
Hacı Özdemir, 12.3.1930 Doğ.
Gürbüz Gürbüztürk, Keskin, 1929 Doğ. İlk Okul, Bülent Gürbüztürk, Keskin, 1966
Doğ. Lise.
Mazhar Mufit Kansu, Erzurum'dan Ölümüne Kadar Atatürk'le Beraber, C. I. S. 295,
T.T.K. Basımevi Ank. 1966.
Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, S. 192, İst. 1953. Naşit Hakki
Uluğ, Hemşehrimiz Atatürk, S. 34, Türkiye İş Bank. Yay. İst.
Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam, S. 380, Remzi Kitabevi İstanbul.
Halil İbrahim Uşak, Tarih İşinde Haymana, S. 52,53, 1985. Naşit Hakki Uluğ,
a,g,e. S. 34.
Kırşehir Destanları, nr. 23.
Murat Baker, Kırıkkale, Yeniyapan Köyü, 1930 Doğ. İlk Okul. Gürbüz Gürbüztürk
Keskin, 1929 Dog. Ilk Okul. Bülent Gürbüztürk, Keskin 1966 Dog. Lise.
Gürbüz Gürbüztürk, Bülent Gürbüztürk.
Gürbüz Gürbüztürk, Bülent Gürbüztürk.
Fikret Otyam, Gide Gide, 5.51. 1967, Fikret Otyam, a.g.e. S. 110.
Kim, 7 Temmuz 1967 Cuma, Sayfa 4.
Fikret Otyam, a,g,e. 111.
Yorumlar